"Çekinme evlat! Sen Dadaş Yusuf’un oğlu olmalısın..."

A -
A +
Uzun zaman ağaca yaslanmış Ali’yi içeriden takip eden fırıncı, sessizce yanına yaklaştı.
 
Ali, içeri girip girmemekte tereddüt yaşıyordu. Dayandığı ağaçtan önündeki çiftliğin karşısındaki uçsuz bucaksız yola baktı gayr-i ihtiyari. Bahar da iyice kendini hissettirmeye başlamıştı. Meçhule uzanır gibi ucu görünmeyen yolun iki tarafında artık çiçekleri meyveye durmuş ağaçlar, disiplinli bir merasim bölüğü gibi sıralıydı. Ne ileri gidebiliyorlardı ne de geri, tıpkı çalışmaya karşı can atan ama elinden hiçbir şey gelmeyenler gibiydi…
Ali, bazen de kendini bir ağaca benzetirdi ama öyle rastgele bir ağaç değil, hiç yıkılmayan, yeşili solmayan, hiç kaybetmeyen bir ağaç da değil; hayatın rüzgârında gitmesi lazım gelen cihete doğru bükülen, kimi zaman ise savrulan daha yeni ağaç olma hususiyeti kazanan fidanlar gibi… Mevsimsiz ekerseniz tutmaz, yerini şartlarını gözetmezseniz, hazana daha ilk doğumunda dayanamaz… Siz onun gözünün içine baksanız da tabiatı gereği kaybetmeye mahkûmdur ama vaktini bilirseniz, aşısını yapar, suyunu da verirseniz o da karşılığında çeşitli harikalarla döner size…
Önce babasından kopmuştu Ali… Hani saçlarından, gözlerine; mizacından gülüşüne kadar âdeta kopyası olan babacığından… Sanki babası sadece yaş ve isim değiştirmiş, okula başlamıştı. Şimdi de bu yaşta babası gibi düşünüyordu hep; evden, barktan, kendini mesul tutuyordu işte. Hiç et tırnaktan ayrılır mıydı? Elbette ailesi için elinden geleni yapmalıydı.
Uzun zaman ağaca yaslanmış Ali’yi içeriden takip eden fırıncı, sessizce yanına yaklaştı.
- Çok düşünceli gördüm yeğenim.
- Bana mı diyorsun?
- Başka kim var? Evet, sana diyorum.
- Şey…
- Çekinme söyle evlat, seni iyi tanıyorum. Geçenlerde tarlalara giren tavukları çıkarmıştın. Komşunun yerlere savrulmuş çamaşırlarını toplayıp temiz bir yere koymuştun. Dadaş Yusuf’un oğlu olmalısın.
- Evet efendim Yusuf babam. Şey amca...
- Söyle, çekinme evlat!
- Nasıl desem?
- O zaman sen demeden ben diyeyim evlat. Karşıdaki mavi boyalı kahveyi görüyor musun?
- Şu; “Sabahçı Kahvehane” yazılı olanı mı?
- Evet, yirmi üç adet simit istemişlerdi. Bırakıp gelebilir misin?
- Memnuniyetle, hemen!
- Bitişiğindeki bakkala da bir poşet hazırladım, onu da bırak gel yanıma.
- Peki efendim.
Temiz havayı ciğerlerini şişirecekmiş gibi içine çekti Ali. Her taraf, köyü gibi buram buram toprak karışımı çimen kokuyordu. “Temiz hava, temiz su, temiz bir ev ve içinde tertemiz insanlar olabilseydik!” diye söylendi kendi kendine… Aklına gelenlerden mi ne tebessüm etti ve “Hepsini bir arada bulabileceğimi hiç sanmıyorum” dedi. Etrafına toplanmış, sayısını bilemediği köpeklere baktı “Kabahatli, günahkâr insanlardan daha temizsiniz nazarımda! Hiç olmazsa sadıksınız…” dedi, yürüdü simitleri kahveciye ve bakkala teslim etti, paralarını alıp süratle de döndü.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.