"Bu cüzdanın bana ait olduğunu nasıl bildin?"

A -
A +
"Hay Allah iyiliğini versin, ben de onu arayıp duruyordum! Allahü teâlâ razı olsun evlat!"
 
  Hasan Dede; “Artık gelmez” dediği bir vakitte çocuğu, hem de sırılsıklam karşısında görünce ne diyeceğini şaşırdı. Ne zaman yola çıkmıştı da mesai bitiminde ancak gelebilmişti. “Ya başka yere sevk edilseydim, bu fedakâr çocuk için nasıl bir yıkım olurdu?” Fazla düşünmek bile istemeden yavaşça yatağından doğruldu, bütün kalbiyle gülümsedi: - Beni buraya getiren yürekli çocuk olmalısın... - Yürekli sayılmam ama… Evet getirenlerden biri benim efendim! - Biliyor musun hep seni düşündüm. Geleceğinden emindim lakin bu havada… Ama maşallah! Beni şaşırttın! Yolculuk, Ali’nin beklediği gibi tehlikeli geçmemişti. Paltoları, mantoları, eşarpları, şemsiyeleri uçuşturan, beraberinde kar getiren sert rüzgâr; onun sadece daha çok koşmasına sebep olmuştu. Yorgunluğunu, fazla gayret ettiğini gizlemekten yanaydı. Öyle de yaptı: -Ne demek efendim? Bir kere söz vermiştim. -Kime? -Babacığıma… Gelmeme, ancak ölüm mâni olurdu! -Allahü teâlâ gecinden versin evlât… Ne diyeyim bilmem ki? Sözünün eriymişsin vesselâm. Bari pardösünü çıkar şöyle as, kurusun. - !!!
Herkes bilir ki, kim ne ekerse onu biçer,
Ekmeden ürün uman, havasın alır geçer.
Sessizce, “Olur…” deyip biraz da çekinerek çıkardı. Her ne kadar utanıp sıkılsa da yapacağı başka bir şey yoktu, münasip bir yere astı. Odanın iki tarafında iki meşin koltuk vardı. Büyük ve yüksek sehpanın üzerinde ilaç kutuları yorgunluktan yan gelmiş yatan ameleler gibi gayr-i nizami görünüyordu. Küçük Ali, ellerini ısıtmak için birbirine sürttü. Bu hareket onda tik hâlini almıştı. Bir şey bulmuş, hatırlamış heyecanı ile çevreye göz attı. Kafasından hesaplar yaptı. Hasan dedenin gösterdiği yere oturmadan koltuğunun altında taşıdığı şeyi yavaşça kenara koydu. Seri bir hareketle iç cebinden cüzdanı çıkardı, uzattı: -Buyurun efendim, bu sizin. -Hay Allah iyiliğini versin, ben de onu arayıp duruyordum! Allahü teâlâ razı olsun evlat! -Âmîn efendim! -Çok zahmet çekmişsin! -Olsun efendim, bunu vaktinde size vermem lâzımdı. Allahü teâlâ da fırsat verdi, sağ-salim işte karşınızdayım… -Biraz aklım başıma gelince ilk işim cüzdanıma bakmak oldu. Maalesef cebimde bulamayınca “nerede olabilir” diye epey düşündüm! Hattâ hastane personeline soracaktım ama ayıplarlar diye ağzımı açmadım. -!!! -Peki evlat; bu cüzdanın bana ait olduğunu nasıl bildin? -Fotoğrafınızdan. -Öyle ya fotoğrafım vardı bir gözünde. İyi de bu havada acelen neydi? -Söz verdim demiştim ya… -Kime? -Kendi kendime, anama, babama, Cenâb-ı Allah’a... -Ya, öyle mi? -Öyle efendim. -Telefon etseydin, uygun bir güne ertelerdik… -Hem kime, nereye telefon edeceğimi de bilmiyordum. Babam derdi ki: “Söz verdin mi dönme!” Ben de sözümde durdum… -Babaya göre evlat hay maşallah! Yağmurdan sonra getirseydin yine sözünde durmuş olurdun! -Sizi nerede bulacaktım? İhtiyacınız olduğu zaman elinizde olmayan para neye yarayacaktı ki! Her yanlış işimde beni hesaba çeken babacığım üzülürdü! Onu kıramazdım… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.