Gri bulutlar, toprak damdaki tayalara yakın uçuşuyordu!

A -
A +
Adam boyu kar yığılı sokak aralarından geçerken gözüne fılik papaklı adamlar, ucu bulutlara yükselecekmiş gibi tüten bacalar takılıyordu.
 
 
Karda dolaşamayan, doya doya oynayamayan, ayakları çıplak çocukların durumunu düşünmek dahi istemiyordu Lütfü Hoca. Kendi çocukluğundan onların içinde bulunduğu ruh hâlini o kadar iyi biliyordu ki… “En çabuk donan yerim ıslak ayaklarımdı; çok üşüdüğümde ilk sığındığım yer ahırdı. Sıcak bir buhar, insanı kaplar, ağır da olsa bilahare rahatlatırdı. Yeni tezek kokularını duymak mı? Hiç aklımıza bile gelmezdi…” Eve gelseydi “O hâlinle sobaya yaklaşma…” derlerdi. Yavaş yavaş kanı çözülürdü bu ahır sıcaklığında. Sonraları bunun “yarı donmak” olduğunu öğrendi…
Haydar Ağalara da cemaat toplanmadan varmalıydı. Onlardan geç kalması, ona göre miskinlikti, ahde vefasızlıktı. Ruhunda, hemen gitme isteği uyandıran bir acelecilik vardı… Çocukluğun buz tutmuş soğuk gecelerinden, şimdilere gidiş gelişleri sık sık olurdu…
Gideceği evde hayatının en mühim hatıralarından birini anlatacaktı. Çünkü bir gün önce Sağır Hocalarda söz vermişti. O ibretlik gün bütün detaylarıyla hafızasındaydı:
Bir sürü küçük küçük, üstelik hiçbir şeyle açıklanamayan bir hadiseye hazırlık bile olamayacak mesele… Soğuğun hızlandırdığı rüzgârda dağılıp paralanan bağlantısız incelikler; yolların ıssızlığı, cızlavet lastik ayakkabıların altında çatırdayan donmuş karlı yol, insan soluklarıyla buğulanmış önlerindeki mavi karanlığı seyrederek yürüdüler…
Adam boyu kar yığılı sokak aralarından geçerken gözüne fılik papaklı adamlar, ucu bulutlara yükselecekmiş gibi tüten bacalar takılıyordu. Haydar Ağanın kapısına yaklaşınca evin mini pencere camlarının buharlaşmış olduğunu gördü. “İçerisi sıcak olmalı…” dedi, gülümsedi.
Oda önlerine asılmış çamaşırlar birer zayıf iskelet gibi kaskatı kesilmişti. Gri bulutlar toprak dam üzerindeki tayalara yakın uçuşuyordu. İçeriden, hiç de yabancı gelmeyen ama bir türlü çıkaramadığı ilahinin yanık söylenişi, kendini aşıp sokaklara taşıyordu. “Ne güzel kulların var ya Rabbim!” dedi, kapıyı tıklattı…
Bu mana içinde mana yüklü, gönül imbiğinden geçmiş ilahiler, taliplerini alır, bulunduğu yerin en soğuk günlerinden ılık baharlara, oradan yazlardan birine götürür ve küçük şeylerde aranan saadet sıcaklığı duyulurdu içlerinde.
Verintap sokaklarının ölü bir beyazlık yansıttığı o sessiz kışın en soğuk gününde kalbi ferahlanmıştı. Dört çocuğunu sarmış sarmalamış, giyindirmiş köyün en altındaki mütevazı evinden kalkıp ta üst tarafında bulunan Çakimetler’in Haydar Ağanın sımsıcak yuvasına gelmişti...
Kapıda, şen şakrak, “eller anası” dedikleri Ayşe Abla karşıladı. Her daim olduğu gibi güler yüzle;
“Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” dedi, içeri buyur etti:
- Buyurun buyurun! Aman! Uşakları da üşütmüşsünüz! Hayriye Hanım ufaklıkları al benimle gel. Hocaefendi de büyükleri yanına alsın kapısı açık olan odaya geçsin.
- Tamam Ayşe Hanım!
- !!!
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.