“Hafız olduğumu nereden biliyorsun Bey Dayı?.."

A -
A +
    "Evlat, öyle düşünmekte haklısın! Bu kömürü başka türlü satamazsın! Boşuna mı konuşuyorum sanıyorsun?"  
  Ültimatom verir gibi diyeceklerini saydı döktü Mehmet Dadaşım. Herkes arabalarının yanına bağladıkları öküzlerinin önüne birer bağ ot koyup “Hafız Efendi öküzlerimize göz kulak ol...” deyip gönül rahatlığıyla şehre dağıldı. Yalnız başıma kalakalmıştım. Tek tük gelenler de kömürümü görünce burun kıvırıp fiyat dahi sormadan uzaklaşıyordu. Öyle ne yapacağımı bilmez vaziyette beklerken; ak sakallı, nur yüzlü biri çıkageldi. Selâm verdi, hâl hatır sordu. - Hafız Efendi, uzaktan mı geliyorsun? - Evet ama “hafız” olduğumu nereden biliyorsun Bey Dayı? - Evlat, biz sakalı değirmende ağartmadık! Tecrübe tecrübe… Bak Hafız Efendi sana ne diyeceğim? - Buyur Bey Dayı! - Sen bu kömürü, bu hâliyle burada satamazsın! Git arkadaşların yaptığı gibi her bir kömür çuvalının üzerine en az iki, üç kova su dök. Suları aceleyle değil; emdire emdire dök! Çuvalları ıslatma… - Neler söylüyorsun? Ama Bey Dayı; “haram” denen bir şey var! - Evlat, öyle düşünmekte haklısın! Başka türlü satamazsın! Boşuna mı konuşuyorum sanıyorsun? Bunlar alışmış, su emdirilmiş kömür almaya. Sulandırılmış kömürler, siyah kehribar gibi parlıyor. Seninkiler ise sönmüş kül renginde. O renge, ağırlığa alışmış adamlar bunu hiç alır mı? Niyetini düzelt, Şer-i şerife münasip de “götürü usulüyle” sat. Yoksa o zaman “HARAMA” düşersin! - Nasıl yani? - Niyetini düzelt diyorum önce: “Bu çuval, bu hâliyle, şu kadar lira…” de... O zaman kömürü, ıslak olduğu şekliyle satarsan, kazancın da helâl olur. - Kendi kendime ahdim vardı, yanlış bir şey yapmayacaktım! - Dediğimi yap! Paşa Pınarına kadar da gitme. Aha şu köşeyi dön o çeşmeden işini hâllet gel. Hadi, bekleme! - !!! Sıkı sıkıya tembih ve yol göstermeye pek şaşırsam da baktım başka çare yok, ihtiyarın dediğini aynen yaptım. Sulandırılmış kömür yüklü arabayı getirdim, pazara yeni gelmiş gibi girdim. Daha öküzleri boyunduruktan açmamıştım ki, birkaç kişi etrafımı sardı. Kömür çuvallarını açan “Bana ver, bana da ver…” demeye başladı. Anında arabam boşaldı. Öküzlerimin yemini verdim, çarşıdan alacaklarımı aldım, herkesten önce de hazırlandım. Beni beklemeyecek olan yol arkadaşlarımı beklemeye başladım. Arkadaşlarım gelip beni böyle tam tekmil hazırlıklı görünce; “Ne olacak Yusuf Hoca efendiye işleri havale ettin, kurtuldun…” deyip laf atsalar da onlar, başımdan geçenleri tam anlayamadılar. - Peki hocam; o sana yol gösteren kimdi? Satış yaptıktan sonra görmedin mi? - Yunus Çavuş, inan hep onu düşündüm. Kim olduğunu çok da merak ettim. “Niçin adını sormadım, adresini alıp öğrenmedim?” diye de kendimi suçladım. Mutlaka mübarek zatlardan biriydi ama o an öyle düşünecek hâlim yoktu. Kaç gündür yollarda; yorgun ve de kir pas içindeyim. Bir de arkadaşlarımdan ayrı kalma korkusu sarmıştı. Edemedim ki bir elini öpeyim. Hâlâ aklıma geldiğinde hayıflanır dururum. DEVAMI YARIN      
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.