SEYRETME, OYUN KURUCU OL!..

A -
A +
Belli ki Siyonist ve Evanjelist kalemlerin yazdığı senaryo, adım adım hayata geçiyor. Eski adımlar bir yana, Amerika’nın Bağdat sefaretinin tâciz edilmesi bir adımdır, Kasım Süleymanî’nin katledilmesi diğer adım. Orta Doğu, bir kez daha karıştırılmak istenmiştir ve sür’atle karışıyor:
Tahran’ın telkiniyle Irak, yabancı askerlerin ülkesini terk etmelerini istedi.  Kastedilen elbette Amerikan askerleridir. Yoksa İran da oradaki askerî varlığıyla bir yabancı güçtür. Amerika’nın tınmayacağı çok açık olarak görülüyordu. Ne bu ülkedeki üslerini kapatır ve ne de askerlerini geri çekerdi. Nitekim, Washington, “çekilmeyeceğiz!” dedi. Birleşen yorumlar o ki ABD, böylece Irak’ı üçüncü kere işgal etmiş olmaktadır.
“Süper Güç”, Irak’ta yalnızca petrol için yoktur. İran’a karşı İsrail’e kalkan olmak için de oradadır. Ayrıca, Rusya’nın bölgeye iyice yerleşmesini engellemek ve Çin’in gelişine dalgakıran olmak için  Irak, Suriye ve Arabistan ve benzeri yerlerdedir.  Trump, “Amerika’nın müdafaası Suriye’den geçer!” dediğinde söylemek istediği, yalnızca Suriye değil, Irak dâhil, Mısır dâhil bölge ülkeleridir.
ABD, çekilmeyeceğini beyân ederken İran da üst üste intikam yeminleri etmektedir. Kudüs için bugüne dek ne yaptığını bilmediğimiz Kudüs Birliğinin bütçesine  200 milyon avro ilave para tahsis etti. Bu birlik, maktul Süleymanî’nin komutanı olduğu teşkilattır. Diğer taraftan her iki düşman taraf da bir diğerini haritadan silmekle tehdit etmektedir. Donald Trump, isterlerse İran’ı haritadan sileceklerini söylerken, İran’da rejim değiştirme niyetleri olmadığını da dile getirerek bir kere daha tenakuza düşmektedir. 80 milyonluk bir memleketin haritadan silinmesi zaten mümkün olamaz. Saldırı işgal, suikast yapılabilir ama bir millet topyekûn imhâ edilemez. Tahran’sa buna mukabil, ABD’nin kalbi sayılacak yerleri yok edeceği tehdidini savurmaktadır. Bu karşılıklı tehditlerin yüzde onu yapılsa bölge, çok ciddi şekilde sarsılır. Bu cümleden olarak, Ankara’ya bir kere daha  tahran ile Washington arasında ara bulucu olmasını tavsiye ediyoruz. Aksi hâlde AB ülkeleri bunu kaparlar.
Bir dönemeçte, takvim ve harita değişikliği kapısındayız. Asıl sebep ve gayelere dikkat  çekmeyi millî bir vazife olarak görüyoruz:
1-İran, Pers imparatorluğu peşindedir. İran’daki 30 milyon Türk, Irak, Suriye, Lübnan ve Arabistan’daki milyonlar, Şiî yapılarak bu ideolojiye taban temin edilmiştir.
2-İsrail, “Nil’den Fırat’a Büyük İsrail” diye kendine göre mukaddes olan ideolojisinin tavizsiz takipçisidir.
3-Rusya, ne çarlık ve ne de Sovyet döneminde yaşamadığı bir şekilde bugün Büyük Rüyasını hayata geçirmiştir. Ruslar, artık Suriye’de, Akdeniz’de, Libya ve Afrika’dadır. Suriye, fiilen Rusya’nın bir valiliği hâline gelmiştir. Osmanlının mübarek Şâm-ı şerîf vilâyeti, bir Nusayri vali vasıtasıyla Rusya’nın hâkimiyeti altındadır.
4-Hızla gelen Çin ise Sarı Emperyalizm olarak, Türkiye dâhil bölgemize ve Afrika’ya ticari, iktisadi yollarla girmekte, Suriye’de askerî yoklamalar yapmaktadır. Ankara, Çin’in temin ettiği ekonomik yardımlaşmayı ıskalamamalı fakat bundan dolayı zulüm altındaki 30 milyonluk  Müslüman Uygur Türkü kardeşimizi de asla görmezden gelme gibi bir vebale düşmemelidir.
5- Rus, Çin, Fars emperyalizmi, Osmanlı toprakları üzerinde ilerlerken kapitalist Amerika da süper güç vasfını kaybetmek istememektedir. Bölgedeki varlığının öbür  sebeplerine temas ettik. Ancak devlet çapındaki gayesi budur. Hangi Başkan gelirse gelsin Beyaz Saray, bu istikametten şaşmaz.
6-Bunlar olurken, bu devletler, alan kazanmaya, ön almaya çalışırken, hiçbir şey dinlemeden ve her ne olursa olsun bölgemize yayılırken bizim Suriye, Akdeniz ve Libya’da bayrak dalgalandırmamızı, “Yeni Osmanlıcılık” diye küçümsemek, bunu Ulusalcılık, Kemalizm vs. adına yapmak cinnet çapında hastalıklı bir bakıştır. “Yeni Osmanlılar” Tanzimat Devri’nde kaldı. Devlet-i âli Osman,  bu azîz dîne, bu mübarek bayrağa, bu necip millete, bu seçkin ümmete ve insanlığa şan, şeref ve adaletle altı buçuk asır hizmet ettikten sonra  tarih sahnesinden çekildi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, O’nun mirasçısıdır. Mirasçı, mûrisin her bıraktığının, bütün terekenin hak sahibidir. Osmanlının son bıraktığı hak, Misak-ı Millî’dir.
İran, Perslerin, İsrail, beş bin yıl öncesinin, Rusya, çarlık ve Sovyet dönemlerinin, ideal, hayal, gaye ve hedeflerini aynen takip ederken bizim, sadece bir asır önceki baba mülkünden feragat etmemiz mümkün değildir. Bunu yapmak, mâziye karşı nankörlük, istikbâle karşı da ihanet olur. Bu tez de Türkiye’nin Devlet Siyaseti olmalı.
Bizim, Kırım, Kafkaslar, Balkanlar, Akdeniz, Adalar, Kerkük, Musul, Kudüs, Mekke-Medine, Kuzey Afrika ve sahra altı Afrika’da, atlarımızın ayak bastığı ve Ezan-ı Muhammedî’nin yükseldiği her yerde  elbette söyleyecek çok sözümüz var. Macera peşinde koşmayalım; doğru, lâkin korkaklık, pısırıklık da bize yakışmaz. Savunma Sanayiîmizi geliştirip pekiştirdiğimiz gibi buraları avucunun içi gibi bilen mütehassıs şahsiyetler de yetiştirmeliyiz. Buna mecburuz. En az yarım asır sonrasına göre hazırlanmalıyız.
Bu MEB onu yapabilecek ehliyet, vasıf ve kudrette midir?
El Cevap:
-Hayır!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.