BAYRAMLAŞMA

A -
A +
Dolmabahçe Saray-ı Hümâyunu’nda Saray bahçesinden merdivenlerden çıkıldıktan sonra girilen geniş bir salon, salonun zemininde muhteşem bir madalyonlu kırmızı halı, tavanında da tonlarca ağırlıkta muhteşem bir billur avize vardır… Buranın ismi "muayede salonu"dur. Iyd, Arapçaki Bayram kelimesinden gelir. Muayede, Bayramlaşma demektir. Biz, "ıydiniz saîd olsun" diyen eski İstanbul beyefendileri gördük. Hatta tam olarak "ıydiniz saîd olsun efendim" derlerdi. Bugün de Araplar veya diğer Müslümanlarla karşılaşanlar yaşamışlardır. "Iyd mübarek" derler… Bayramlaşma, halk dilinde daha sadeydi. İfade âdeta kalıplaşmıştır. "Bayramınız  mübarek olsun" veya "Bayramınızı tebrik ederim" denirdi. Hâlen de denir. Türkçe’de tasfiyecilik yapıldığı dönemlerde bir kesim "hayr", "mübarek" gibi medeniyetimizin yapı taşı çok yüksek sayıda kelimeden uzak durdular. İnsanlar kullandıkları kelimelerle kodlanırlardı. Yukarıda yazdığımız Bayramlaşma cümleleri yerine "İyi Bayramlar", "Bayramınızı kutlarım" vs. denmesi bir iş yapma sayıldı. Aslolan bayramın gelmiş olmasına sevinmek ve bu sevinç duygusunu en iyi ifade edecek kelimelerle paylaşmaktır. Düne doğru ve yarına doğru yapmacığa kaçmadan, sun’iliğe düşmeden tabiî hâli ve olanca sadelik ve güzelliğiyle Türkçe kullanıldığında muhabbet, bir gül kokusu gibi muhatabı sarar. Dikkat edilecek olan kelimenin yerli yerinde kullanılmasıdır. Sarf edilecek kelime, muhatabın çocuk, yetişkin, yaşlı, kadın erkek olması gibi çok sayıda seçici, belirleyici unsur nazara alınarak kullanılır. Kelimelerin bir çıplak mânâları vardır bir de madde ötesi mânâları. İyi kelimesi her zaman "hayr"ın, ışık da "nur”un karşılığı olmayabilir. Bir evlât sağlıklı sıhhatli yani iyidir. Lakin bu evlât, hayırsız olabilir. Hayatta olmayan biri anılırken söylenen "nur içinde yatsın" sözü bir dua cümlesidir. Bu ve benzeri cümleler, sözler, suyun formülünün değiştirilmesinin mümkün olmaması gibi değiştirilemez. Evet nur da kelime anlamı olarak ışıktır. Ne var ki "ziya" da ışıtır. Ama hiçbir gün, hiçbir kimse, hiçbir ölü için "ziyalar içinde yatsın" dememiştir. "Nur içinde yatsın" dememek için "ışıklar içinde yatsın" denmesi, tutuculuk ve zorlama Türkçedir. Kabre elektrik ampulü çekilince ölü ışığa kavuşur fakat nura kavuşamaz. Bayramlaşmaya ait kutlama kelimelerinden başladığımız sohbette nerelere geldik. Çünkü insanın hâtıra dağarcığındaki en güzel izler, bayramlarla alâkalıdır. Ramazan Bayramı hatıraları ayrıdır, Kurban Bayramı hatıraları ayrıdır. Bu bayramlar, çocukluğumuzu besleyen hayat sularıdır. Ramazan Bayramları, alınan yeni kıyafetlerle, Kurban Bayramları alınan kurbanlıkla, boynuzlarının kıvrılıp uzaması gibi unsurlarla kendini unutturmaz. Eğer, hayatımızda bu iki bayram olmasaydı cemiyetimiz, sıvası yapılmamış veya sıvası dökülmüş binaya dönerdi. Bayram yazıları, bayram hâtıraları, bayram şiirleri olmayan bir edebiyat fukara edebiyattır. Halk, gündelik kolaylık olarak bu bayramların birine "Şeker Bayramı", diğerine de "Et Bayramı" da diyebilmektedir. Ama bunlar, zoraki ikameler değil, kestirme konuşmalardır. "Muayede Salonu"na hiçbir zaman "Şeker Salonu" denemeyeceği gibi ana da oğluna nazlayarak yalvarırken ona "etin olayım" demez, "kurbanın olayım" der. Ne kurban kesme, bir et ve kasaplık hadisesi ve ne de ramazan orucu bir diyet uygulamasıdır. Bunlardaki madde ötesi maksat, sevaptır. Cümleyi az daha açalım… Oruç tutmanın da kurban kesmenin de maksadı ibadet, gayesi ise rıza-ı ilâhî yani Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır. Ramazanda verilen iftarlarla, fıtra ve zekâtlarla, Kurban’da dağıtılan kurban etleri ve her ikisinde yapılan hayr-hasenat ve sadakalarla bu gayeye varılması umulur. Ancak hepsinde de iki yakayı birleştiren köprü, gönül yapmak, kalbe girmek ve buradan yani kulun sevgisinden Allah’ın rızasına ulaşmaktır… Bayramlarda en çok yalnızları, düşkünleri, kimsesizleri, kapısı açılmayanları, telefonu çalmayanları düşünürüm… Gencecik yaşta dul kalmış eşleri, babasız kalmış yavruları, evladsız kalmış ana-babaları düşünür onların kurumayan göz pınarlarını tahayyül ederim. Gazilerimizi düşünür, geri gelmeyecek uzuvlarını içim yanarak hissederim. Bu dini, bu toprakları, bu vatanı, bu bayrağı, bu medeniyeti… bize bırakmak için Bedir Harbi’nden bugüne kadar canlarını feda eden milyonlarca kahramanımızı düşünürüm. Üzerimizde ne çok insanın hakkı vardır; onu düşünürüm. Ödenmez borçlarımız olduğunu düşünürüm. Bayramlaşma, köprüler aşıp sevgide buluşmaktır. Sevmek için, sevgiyi dile getirmek için kelimenin ne önemi var? Bazen susmak; sükût, en iyi, en tesirli konuşmadır. Sevginin söylenmesi de şart değildir. Hatta sevmek için görmek bile şart değildir. Sevgi karşılıksızdır, pazarlıksızdır. Sevgi, alışveriş değildir. Yunus Emre ne kadar haklıdır. "Sevelim, sevilelim dünya kimseye kalmaz." Çocukluk, merdivenlerini çıkarak vardığımız "dünya" adlı bu "muayede salonu"nda hayatımız çarpı iki kere bayramlaştık, bayramlaşıyoruz. Bize bir bayramı daha lütfeden yüce Allah’a hamd-ü senâlar, Sevgili Peygamberimize salat ve selâmlar olsun. Sevdiklerimizin, gördüklerimizin, göremediklerimizin, toprağa emanet ettiklerimizin, önden gidenlerin, düşündüklerimizin, üzerimizde hakkı olanların, milletimizin ve ümmetimizin: Iydi said olsun, bayramı mübarek olsun, bayramlarını tebrik ederiz, bayramlarını kutlularız, bayramlarını kutlarız... Sevgi, muhabbet; kelimenin ruhudur. Özünde muhabbet olmayan kelimeyle yapılan tebrikleşme iz bırakmaz… kabul olan dua, kabirdeki ölüye hediyedir, dedikten sonra işte sustuk! Dedik ya… Sevgi için söylemek de sevdiğini görmek de şart değil. Sustuk!.. Zira; Ne demişler?: -Dinleyen, anlatandan yani okuyan yazandan ârif ise fazla söze ne hâcet?
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.