AB VE NATO

A -
A +
AB-Avrupa Birliği’ne ilk müracaatımız 1959 senesindedir. Başvekil Adnan Menderes, Hariciye Vekili Fatin Rüşdü Zorlu’dur. DP-Demokrat Parti Hükûmeti’nin kararı ve Hariciye Vekilinin imzasıyla AB’ye girmemiz için 1957/58 Tarihli kurucu Roma Andlaşması’ndan en fazla iki sene sonra birliğin merkezine müracaat etmiştik…
 O kadar ki; olayın şahitleri naklederler; merhum Zorlu, idam için Yassıada’dan İmralı’ya götürülürken bile teknede arkadaşlarına bu birliğe girmemizin sebeplerini izah etmektedir. Birkaç saat sonra vatana da dünyaya da hayata da veda edecek olan bir insan, ölümün eşiğinde de vatanın ve milletinin menfaatlerine dair "îmâl-ı fikr" ediyorsa; fikir üretebiliyorsa o insan, şeksiz ve şüphesiz birinci sınıf devlet adamıdır. Şehîd edilen arkadaşları gibi kendisine kıyılması da bu yüzdendir. Cibilliyetsizler, asillere düşmandır. Araya darbe ihaneti girse dahi devlette süreklilik, devamlılık esastır. Bundan dolayı devrik hükûmetin dilekçesi, 1963’te T.C. ve AB arasında cereyan eden müzakereler ve atılan imzalarla "Ankara Andlaşması"na dönüşecektir. Şu hâlde; Türkiye, kuruluşun "Avrupa Kömür Çelik Topluluğu" adını taşıdığı önceki 10 yıllık dönem hariç, AET-Avrupa Ekonomik Topluluğu ve AB devrelerinin tamamını içine alacak şekilde ve yarım asırdan fazla bir süredir namzet ülkedir, Brüksel’in kilitli kapısının önünde "aday" olarak bekletilmektedir. Bizi aralarına kabul etmemek için akla gelebilecek bütün bahaneler öne sürülmüştür. Hâlbuki SSCB-Sovyetler Birliği 1990 başlarında dağılır dağılmaz, çoğu ufak-tefek eski Sovyet peyki Balkan ve Baltık ülkeleri çok kısa süre içinde AB’ye dâhil edilmişlerdir.
Avrupa, bizimle ne ortak olarak iş birliği yapmakta ve ne de bizi düşman olarak karşısına almaktadır. Bunun sebepleri var. 1949’da AK-Avrupa Konseyi’ni kuran devletlerden biri Türkiye’dir. AB ve AK farklı Avrupa kurumlarıdır. Mesela AİHM-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, AP-Avrupa Parlamentosu, AB’nin değil AK’nin kuruluşlarıdır. Daha da önemlisi şudur; AB’nin 27 ortağından 21’i NATO azasıdır. Türkiye ise NATO’nun iki numaralı kuvvetidir. Türkiyesiz NATO varlığını devam ettiremez. Tecrübe edilmesi de mümkün değildir. Bunun dışında ticari ve mali müessirler vardır. AB’nin Almanya, İtalya, Fransa ve Hollanda gibi ülkeleriyle sıkı ticarî ilişkiler içindeyiz. Diğer taraftan Türkiye, nüfusu 100 milyona doğru yol alan Müslüman bir ülkedir… Bunlar ve daha başka sebeplerden dolayı ölmemiz de onmamız da istenmemektedir. Diğer yandan Avrupa’da ırkçılığın tırmanışa geçmesiyle kıta çapında İslâm düşmanlığı ve Türk düşmanlığı alevlenmiştir. Yer yer şaşkın devlet politikaları da bunu desteklemektedir. Son örneği Macron Fransa’sıdır. Charlie Hebdo adlı bir paçavra, yıllar öncesinde Kâinatın Şanlı Peygamberi’ne -aleyhsiselam- izafe ettiği aşağılık karikatürler basmıştı. Doğu Akdeniz’den dolayı Ankara ile Macron Hükûmeti arasında soğukluklar yaşanınca bu kirli paçavra, o karikatürleri, yeniden basma aşağılığını gösterdi. Dergi yönetimi, Hükûmetten cesaret almasa bu edepsizliğe cür’et edemezdi. Nitekim Fransa için bir talihsizlik olan Emmanuel Macron bu şeddeli rezalet için "fikir özgürlüğü, karışamayız" diyerek sefil bir tavır sergilemiştir.
İşte bu Avrupa Birliği, Maraş’ın ziyarete açılması yüzünden şu aralar Ankara’ya kızgın. 26 Kasım’da Türkiye’ye dair kararlar alındı. Aslında dile getirilmiyor ama kızgınlık sadece Maraş için değil. Doğu Akdeniz, Libya, Savunma Sanayiimizdeki hamleler vs. de onları köpürtmekte. Hadi o kıssayı hatırlayalım: Adama demişler ki "adın ne?" "Mülayım!" demiş. Soruyu soran cevabı yapıştırmış. "Sert olsan ne yazar?.." AB, kızgınmış. Aman ne de korktuk! Beşuş çehre, güler yüz olsa ne çıkar?
Bizi 60 seneye yakındır üyelik için oyalayan bu ikiyüzlü kurum, 10 Aralık’ta Brüksel’de yapacağı toplantıda Türkiye’ye yaptırım kararları alacakmış. Almazlarsa hatırımız kalır!!! Hiçbir şey yapamazlar. Kurusıkı konuşmaktalar. Aslına bakılırsa AB’nin akıbeti karanlık. Nitekim İngiltere kendini dışarı attı. Yükü Almanya çekiyor. Bugün o da ayrılsa AB diye bir şey kalmaz. Türkiye’ye demir kapı olan AB, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve çoğu eski Sovyet Peyki devletlerden dolayı angarya taşımakta, hamallık yapmaktadır. AB, ya dağılacak, ya küçülecektir. İkincisi olursa birkaç büyük devletle yola devam edilir. Onlardan biri de Türkiye olur. Eğer, Türkiye "manda vesayeti" uygulanacak bir memleket olsaydı bugüne dek birliğe 60 kere girerdik. Veya arzu ettikleri gibi şark tarafımızda bir Kürt devleti kurdurabilselerdi bu defa her ikisini birden alırlardı. Ne var ki her şey rüya, gizli niyet ve masabaşında olmuyor. Fiilî durum görüldüğü gibidir. Şu gün yarınlara yürüyüş için tutulacak en doğru yol, iyi komşuluktur.
Şu "üyelik müracaatı" dizi filmi artık bitmeli. Seyirciye gına getirdi. Gümrük Birliği anlaşması tashih edilerek, vize kaldırılarak, mültecilere yardım için verilen sözler tutularak kapı-komşu şeklinde yaşayıp gideriz. Unutulmasın!.. Biz, bugünkü Avrupalı değiliz, Macaristan’dan, Polonya’dan Edirne’ye kadar eserlerimiz bunu ispat etmektedir. İlkin 1261’de Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Rumeli’ye ayak basmıştı. 1353’te ise Şehzade Gâzi Süleyman Paşa ve yiğitleri, sallarla Rumeli’ye geçtiler. O günden itibaren Avrupa’da ebedî olarak kalmak; "Avrupa-i Osmanî"yi kurmak üzere bu topraklara şeref verdik. 1962 başlarından itibaren Avrupa’ya giden 5 milyon civarında Türk, Viyana’dan dönüşün bir başka kapıdan girişidir. Onlar, AB ile Ankara arasında dostluk köprüsüdür.
AB’ye tavsiyemiz odur ki Türkiye’ye müeyyide, yaptırım, ceza… gibi vahim yanlışlara tevessül etmesinler. Türkiye ile bozuşmak, AB’nin yıkımını çabuklaştırır. Seviyeli bir komşuluk en iyi tercih olacaktır.
Eğer; şu makalede dile getirdiğimiz iki şaşmaz hakikat AB’de görülemiyorsa hâllerine acınır:
-Türkiyesiz NATO çöker.
-Türkiye ile bozuşan AB dağılır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.