GÜNDÜZ DARBESİ

A -
A +
 
İstanbul Üni. Hukuk Fakültesinde talebeydik. Horhor Caddesi’ndeki Tayyareci Orhan Sokağı’nda oturuyorduk. Cadde ile sokağımızın buluştuğu yerin karşısında Kızılminare Câmiî vardı. Bir cuma günüydü; bu camide cuma namazını edâ edip çıktığımızda Hükûmetin istifa etmiş olduğunu öğrendik…
“Asker, muhtıra vermiş, Başbakan Süleyman Demirel de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a istifasını arz ederek vazifesinden ayrılmış…” Öncesi ve sonrasındaki darbeler gibi bu müdahale de cuma günü yaşanıyordu. Ancak; diğerleri cuma geceleri olduğu hâlde bu tam cuma saatinde yapılmıştı! Bu yüzden "Gündüz Darbesi" dedik…
"12 Mart Muhtırası"ndan söz ediyoruz:
Sert hatırlatma; muhtıra, Hükûmete; Başbakan’a değil, TBMM Başkanlığı’na verilmişti. Muhtıranın dediği şuydu: "Ya Hükûmet istifa eder veya müdahale ederiz!!!" Bunun üzerine iktidardaki AP-Adalet Partisi’nin genel başkanı da istifa etmişti. Bu istifa, uzun yıllar boyu Demirel muhalifleri tarafından "şapkasını aldı kaçtı" diyerek kınanacaktır. Demirel, yıllar sonra o kendine has kestirme cevaplarından biriyle "ne yapacaktım; şapkamı orada mı bırakacaktım?" diye cevap verecektir.
Muhtıranın altında Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve kuvvet komutanlarının imzası vardı. Bu paşalardan Tağmaç Paşa ile 1. Ordu Kumandanı Faik Türün Paşa, muhafazakâr insanlardı. KKK Faruk Gürler ve HKK Muhsin Batur ise Tek Parti zihniyetliydi…
12 Mart Muhtırası niçin verildi?
Kumanda kademesi, darbe yapılacağını öğrenmişti. Emekli General Cemal Madanoğlu ile Mihri Belli, Doğan Avcıoğlu, Devrim gazetesi yönlendirmeli ordu içindeki aşırı sosyalist bir çete, 9 Mart 1971 tarihinde darbe yapacaklardı. Plana göre önce "genç subaylar"la "Millî Demokratik Devrim" gerçekleştirilecek, ikinci kademede SSCB’de olduğu gibi İşçi-Köylü devrimine gidilecekti. Bu niyet, kuvveden fiile dönüşmüştü. Bu sebeple komuta kademesi, önleyici tedbir ve çâre olarak bu yolu bulmuştu:
Meclis Başkanlığına muhtıra verilecek, Hükûmet istifa edecek, tarafsız bir Başbakan başkanlığında kurulacak bir kabineye Meclis’teki her parti üye verecek, TBMM kapatılmayacaktı… Bunların hepsi oldu. Meclis kapatılmadı. Partiler feshedilmedi. Genel başkanlar gözaltına alınmadı. "Tarafsız bir Başbakan başkanlığında kurulan kabineye AP dâhil partiler üye verdiler. Kurulan Hükûmete "Teknokratlar Hükûmeti" dendi.
Tarafsız Başbakan kimdi?
Muhtıra üzerine Nihat Erim, CHP’den istifa edip Başbakan oldu veya yapıldı. Suyun ötesindeki terzi O’na Başbakanlık elbisesi biçmişti. Hâlbuki Erim’in kanı aksa "CHP" yazardı. Buna rağmen kör kör parmağım gözüne kabilinden akşam Tek Partili iken sabahında Başbakanlık mevkiine oturmuş veya daha doğru bir söyleyişle oturtulmuştu. Hikâyenin Washington’da yazıldığı şuradan belliydi ki Ankara’ya Dünya Bankası’ndan da Başbakan yardımcısı olarak Atilla Karaosmanoğlu gönderilmişti. Bu isim, yine Dünya Bankası’ndan gelerek 13 Mart 2001’de Ecevit koalisyon Hükûmetinde ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı sıfatıyla iş üstelenecek olan Kemal Derviş’in misyonu ne ise ona sahipti. Açıkçası kabine içinde IMF temsilcileri gibi idiler. 12 Mart Muhtırası verildiğinde Bülent Ecevit, CHP Genel Sekreteri idi. Muhtıra üzerine "bu muhtıra bana verildi!" demişti. Yolunun kesildiğini söylemek istiyordu. Kemal Derviş de tepeden inme bir tarzda kendi kabinesine gelince de "bu adamı niçin yolladılar?" diyecekti…
Nihat Erim’in kabinesi kısa ömürlü oldu.
Karaosmanoğlu, TBMM’ye tepeden bakıp süresini de söyleyerek Meclis’in zamanın gerisinde olduğu kibrini gösterdi. O ara Hükûmet işbaşındayken sosyalist öğrenci liderleri asıldı. Sonrasındaysa aradan zaman geçmiş olmasına rağmen Marksist-Leninist örgütler bu idamları affetmeyerek Nihat Erim’i öldüreceklerdir. 
1968’de bütün dünya gibi Türkiye’de de başlayan talebe hareketleri, bir zaman sonra her yerde bittiği hâlde bizde daha da alevlenmiş ve genişlemişti. Vatandaş, akşam namazından sonra sokağa çıkamıyordu. Her gün 20-25 kişi ölmekteydi.
Muhtıra öncesinde önce, 1970’te AP’den 41 vekil ayrılmışlardı. Bu "milliyetçi-muhafazakâr" isimler, 18 Aralık 1970’te DP-Demokratik Partiyi kurmuşlardı. İktidar partisi yüzde 10’a yakın fire vermişti… 1970-80 arası tam bir terör, kargaşa ve karanlık günlerdi. Bu on yıl içinde kurulan Hükûmeteler ancak 3-5 ay dayanabiliyorlardı. Sonunda "bu yolun kıvrımları" 12 Eylül’e çıktı. 11 Eylül’de bu ülkenin en delişmen çocukları sapır sapır toprağa düşerken "kurtarıcılar"ın gelmesi üzerine 13 Eylül’de memleket güllük-gülistanlık oldu…
Şimdi tefekkür vaktidir:
Millî Demokratik Devrim,
engellenmiş;
fakat;
suyun ötesinin
"bizim oğlanlar"
dediği rütbeli zorbalara yol verilmişti.
12 Eylül de son durak olmadı.
Oradan da 28 Şubatlara, 27 Nisan e-Muhtıralara ve nihâyet 15 Temmuz 2016 darbe ve işgal teşebbüsüne çıkıldı.
Tehlike geçmiş midir?
Hayır!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.