HALLETTİK!

A -
A +
Tarih 15 Temmuz’du. Mehmet gece mesaisinden çıkmış, eve gitmeden önce Boğaz'ın kenarında bir çay içmek için mola vermişti. Köprüye doğru dalgın bir şekilde bakarken, denizde hafif bir çalkantı başladı. Boğaz içten içe ürpermişti sanki. Etrafta da garip bir hareketlilik fark etti. Az ötede hararetle konuşan insanlara yaklaştı. Cümlelerin arasında birkaç defa darbe kelimesi duydu. Cep telefonunu çıkarıp haberlere baktı. Okudukça irkildi. Şaşkın gözlerle başını kaldırıp Boğaz'ın simsiyah sularına baktı. Ne yapacağını bilmez bir hâlde yarım saate yakın internet sitelerinde gezinip durduktan sonra arabasına binip hızla köprüye doğru sürdü. Trafiğin sıkıştığı yerde arabasını kaldırıma bırakıp indi ve omuzlarına binmiş tonlarca endişeye rağmen köprüye doğru akan insan seline karışıp uçar gibi koşmaya başladı. İstanbul yıllar sonra belki de ilk kez aynı anda bu kadar mahzun, bu kadar öfkeli ve bu kadar ölüme hazırdı. Tarih 15 Temmuz’du. Kimileri bankamatik kuyruğunda, kimileri hainlerin buyruğundayken, pijamasıyla memleketi kurtarmaya giden koca yürekli adamlar ve kadınlar, Asya’yla Avrupa’nın kucaklaştığı yerde ay yıldızlı bir sevdanın nikâhını kıymak için şehit olmaya koşuyordu. Türkiye’nin nabzı giderek hızlanırken tüm ülkede dalgalanan bayrakların rengi bir ton koyulaşıyor, Çanakkale destanı yıllar sonra büyük bir heyecanla yeni satırlara hazırlanıyordu.                 *** Mehmet o gece kurşunların arasından sekerek yürüdü. Birkaç yaralı taşıdı. Öfkeyle tanklara doğru bağırdı. Yüzükoyun yerde yatarken, son nefesini veren bir gencin elinden tuttu. Kendinde değil gibiydi. Ne olup bittiğini anlayamıyordu. Bir fabrikada güvenlik görevlisi olarak çalışan Mehmet aslen Orduluydu. Ve o gece ülkenin güvenliğinden sorumluydu. Normalde az konuşur, pek dışarı çıkmaz, karanlıkta yatamaz, köpeklerden korkardı. Ama o gece köpeklerden korkmadı. Çünkü köprünün üzerinde simsiyah bir bulut gibi yükselen öfkesi, ölüm dâhil bütün korkularını yutmuştu.                 *** Sabaha karşı yürüyerek arabasını bulmaya çalışırken eşi geldi aklına. Telefon açıp “Eve geliyorum, bir şey lazım mı?” dedi ağız alışkanlığıyla. “Sen lazımsın” dedi eşi titreyen sesiyle. “Defalarca aradım ama açmadın. Çok meraklandım.”“Merak edecek bir şey yok” dedi Mehmet. “Hallettik!” Beşiktaş sahilinde arabasını nereye park ettiğini hatırlamak için biraz durdu ve dönüp tekrar Boğaz'a baktı. O esnada eğer Mehmet’in bakışlarında biriken duygular tercüme edilebilseydi, muhtemelen şu satırlar çıkardı ortaya.                 *** “Türkiye’m,Sen Asya ile Avrupa’nın kucaklaştığı yerde,İki kıta, seksen bir mısradan oluşan,Aşkla yazılmış bir sevda şiirisin.Sen bizim için renklerin en güzel tonu, yılın en güzel mevsimi, aşkın en net tarifisin.Gün gelir Boğaz saçlarını savurur da Anadolu tepeden tırnağa çiçek açar.Gün gelir hürriyet endişesiyle bir iç çeker de o Boğaz, bir millet topyekûn ölüme koşar.Asker olmak için üniforma, silah, rütbe gerekmez bize.Günü geldiğinde senin için atan yüreğimiz en güçlü silahımız olur.Çünkü 'korkma' diye başlar bizim hikâyemiz Türkiye’m, istiklalde son bulur.”                 *** Mehmet arabasını bulup evine doğru giderken, yaşadıklarını ve duygularını kimseye anlatma ihtiyacı hissetmiyordu. Sonraki günlerde de soranlara pek bir şey anlatmayacaktı. Dedik ya, az konuşurdu Mehmet, pek kimseyle görüşmezdi. O geceyle ilgili sonraki günlerde ateşli konuşmalar yapılacak, yüzlerce şiir, onlarca kitap yazılacaktı. Ama hiçbirisi Mehmet’in telefonda eşine söylediği o “hallettik” kelimesinden daha güzel, daha mütevazı, daha gururlu ve daha coşkulu anlatamayacaktı o geceyi. Türkiye zifirî karanlık bir geceden, Hakka tapan bir milletin yine yurdunu alçaklara uğratmadığı aydınlık bir sabaha uyanıyordu. Tarih 15 Temmuz’un ertesiydi. Ve Boğaz'ın suları siyahtan laciverte dönerken, Mehmet’in yorgun gözlerinde şafak söküyordu...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.