Hayatta çok istediğim hâlde bir türlü yapamadığım birçok şey var. Sebeplerini düşünüyorum ve cevaplar iki başlık altında toplanıyor; Kabiliyet ve ehemmiyet.
Yani bazı şeyleri kabiliyetim olmadığı için, bazı şeyleri de gerekli ehemmiyeti vermediğim için yapamıyorum.
Kabiliyetle ilgili yapacak bir şey yok. Yoksa yoktur. Ama önem verme meselesi insanın kendi içinde çözmesi gereken bir konu. Bunun farkına varamadığımız zaman dışarıda mazeret avına çıkıyoruz ve genelde yorgun ve eli boş dönüyoruz.
Mesela sabah namazına kalkamayan bir insan genelde uykusunun çok ağır olduğunu söyler. Ama aynı kişi sabah yedi uçağına yetişmek için gece dörtte alarm çalmadan ayağa dikiliyorsa, bu mesele uykunun ağırlığıyla ilgili değildir.
Peki kaçan namazla kaçmayan uçak arasındaki fark ne? Konuya verdiğin önem elbette.
Uçağı kaçıracağın zaman kaybedeceğin şeyleri düşünürsün. Bu düşünceler zihnine bazı kodlar yerleştirir. Bu kodlar seni zihinsel olarak hazırlar ve alarmın ilk saniyesinde fırlarsın. Eğer sabah namazıyla ilgili endişelerin de en az uçak kaçırmak kadar çoksa, o namaza kalkarsın. Durum bu kadar basit! Hiç kendimizi kandırmayalım.
Bazen bir insanı ararsınız, cevap vermez ve dönüş de yapmaz. Sonra da “Kusura bakma, unutmuşum geri aramayı” der. Unutkanlık burada güçlü bir mazeret gibi gözükse de yine aynı durum var. Kişi seni geri aramaya önem vermediği için aramamıştır. Başka bir açıklaması olamaz.
Eğer iş yerinde bülbül gibi şakıyor ve herkesle neşeli bir şekilde konuşuyorsan ama eve geldiğinde suratın mahkeme duvarına dönüyorsa, bu konu da senin iletişim gücünle ilgili değildir. Kime iyi davranman gerektiğinle ilgili bir karar vermişsindir ve bu kararı uyguluyorsundur.
İnsanın hayatı ehemmiyet verdiği şeylerle şekillenir. Ve ehemmi mühimme tercih etmek, başarılı ve mutlu bir hayatın en kısa yoludur.
Bugünlerde ev alırken herkes şu soruyu soruyor. “Bina 99 depreminden önce mi yapılmış, sonra mı?” Çünkü bu yıldan sonra yapılan evlerin, deprem yönetmeliğinden dolayı daha sağlam olduğu düşünülüyor.
Peki İstanbul’un dünyanın en güzel şehirlerinden birisi olmasını sağlayan muhteşem yapıların hangisi 99 depreminden sonra inşa edildi?
Bu sorunun cevabını verince mevzu zaten çözülüyor. Yani asıl konumuz mimari, yönetmelik, inşaat teknolojileri falan değil; insan. Eğer asırlara meydan okuyan bir kültürünüz varsa, yapılar da dimdik ayakta kalıyor.
Demek ki ülkede bir zamanlar çok büyük bir deprem olmuş. Artçıları bile her şeyi yerle yeksan etmeye yetiyor. Malzemeden çalmayı tetikleyen bir fay hattı var altımızda. Ve yıllardır ar damarını çatlatacak şiddette toplumu sarsmaya devam ediyor.
Konu sadece inşaat değil tabii. Şiirde, edebiyatta, sanatta malzemeden çalmaya devam ediyoruz. Bu yüzden hiçbirinde lezzet yok artık. Kalitesiz çimento inşaatı, kifayetsiz kelimeler şiiri, acemi fırçalar tabloyu çirkinleştiriyor.
Evliliklerde bile malzeme sıkıntısı var! Yoksa en ufak bir sarsıntıda yerle bir olan birlikteliklerin başka bir açıklaması olamaz.
Sonuç olarak problem siyasette, ekonomide, eğitimde falan değil. Problem insanda... İnsan düzelmeden hiçbir şey düzelmez.
Müfredat değişir, ekonomi programı değişir, yönetmelik değişir, iktidar partisi değişir ama insan değişmediği takdirde her şey eski tas eski hamam devam eder...
Salih Uyan'ın önceki yazıları...