Batı dünyasında “politik doğruculuk” akımıyla başlayan ve “woke” kültürüyle devam eden garip bir hikâye var. Bu hikâyenin kahramanları ilk başlarda azınlıklar ve dezavantajlı gruplar için çalışan özgürlük fedaisi rolündelerdi. Şimdiyse ellerinde kelepçe, bellerinde copla zorbalık yapıyorlar.
Hikâye aslında şu: Bir grup insan, "Aman kimseyi incitmeyelim, hassasiyetleri gözetelim" diyerek kelimeleri terbiye etmeye çalıştılar. Zenciler "siyahi" oldu, sakatlar önce engelli, sonra "özel gereksinimli" bireye dönüştü.
İlk bölümler gayet iyiydi yani. Ötekileştirilenlerin yanında dur, ezilene sahip çık falan... Ama o masum günler çoktan geride kaldı. Kelimeler yumuşadıkça tavır sertleşti. Hele linç mangalarıyla el ele verince, bu sosyal adalet hareketi tadından yenmeyen bir zıkkım hâline geldi. Ve sonuçta ortaya sahici bir adalet arayışından çok, vitrine oynayan bir tür “ahlak gösterisi” çıktı.
***
Özellikle Amerika’da 2012’de “Black Lives Matter” hareketiyle popülerleşen woke hareketi, bir virüs gibi yayıldı.
Şişmana "şişman" desen linç. Erkeğe "erkek" desen linç. Kadına "kadın" desen linç. Kelimeler âdeta mayın tarlasına döndü. Bir ara “ten rengi” tişört, çorap veya ayakkabıların niçin siyah olmadığını tartışıp dövüştüler. “Bu rengin adını verirken kimin tenini referans aldınız?” diye sloganlar atarak yürüdüler.
Feminizm erkek düşmanlığına evrildi. LGBT akımı bir ahlaksızlık dayatmasına dönüştü ve heteroseksüel olmak neredeyse suç hâline geldi.
Eskiden başvuru formlarında cinsiyet bölümünde sadece erkek ve kadın vardı. Bir ara en sona mahcup bir “Belirtmek istemiyorum” seçeneği eklediler. Mahcubiyet hepten kaybolunca da cinsiyet seçenekleri, başvuru formunun en kalabalık bölgesi hâline geldi.
Okullarda çocuklara doldurulan rehberlik formlarında anne ve baba silindi. Yerine ebeveyn 1 ve ebeveyn 2 yazıldı. Anaokulları müfredatına cinsel yönelimle ilgili dersler eklendi. Küçücük çocuklara “yanlış bedene doğmak” temasıyla etkinlikler yaptırıldı.
Yani ilk başta bütün sapkınlıkları hoş görmeyi dayatan zihniyet, biraz serpilip ergenlik çağına gelince normalleri hor görmeye başladı.
Adam “Ben kadınım” diyor ve biyolojik kimliğini kabul etmiyor. Bir yandan da “Beni bu hâlimle kabul edeceksiniz” diye dayatma yapıyor.
İyi de sen kendini olduğun hâlinle kabul etmemişken, ben seni olmadığın hâlinle niye kabul edeyim?..
***
Devletler de bu akıma destek verdi. Kimisi kendisini erkek hisseden kadınları erkek kategorisinde olimpiyatlara almaya çalıştı. Kimisi kadın olduğunu iddia eden erkekleri kadınlar hapishanesine yerleştirdi.
Bu kafa karışıklığının suyu da umumi tuvaletlerde çıktı. On beş yaşındaki kızının arkasından tuvalete giren bıyıklı, kaslı ve ojeli adamla kavgaya tutuşan babalar, woke kültürüne karşı başlayan savaşın ilk fedaileri oldu.
Adama “Niçin kadın tuvaletindesin?” diye sordular. “Çünkü ben kendimi kadın gibi hissediyorum” dedi.
Hissiyata bağlı bu cinsel kimlik anlayışının son perdesinde de “Ben akışkan cinsiyete sahibim” diyenler sahne aldı. Ruj ve badem yağı çantada yan yana duruyor. Haftanın her gününe bir cinsiyet atıyorlar ve buna göre yaşıyorlar.
Yani hakikati sapkın bir ideolojiye kurban ettiler. Cinsel yönelim ve etnisite üzerinden adalet arayışıyla başlayan bu hareket, ardında kocaman bir slogan yığını ve kafası karışık kitleler bırakarak ilerliyor.
Toplumdaki bu kafa karışıklığını gidermek için acilen uyanmak, aynayı parlatmayı bırakıp hakikate yönelmek ve çok çalışmaktan başka bir çare yok.
Çünkü doğru ve yanlışı yeniden tarif etmeye çalışan bu sapkın zihniyetin tarifesi, konuştukça kaybettiren bir kampanyayla gelecek nesillere ağır bir fatura kesiyor.
Salih Uyan'ın önceki yazıları...