Fetih 1453: Ortak Akıl Çalıştayı

A -
A +

İş dünyasında "çok konuşup az iş yapma" meselesi artık bir salgın hâline geldi. “Ortak akıl” diye diye, en ufak bir konu için saatlerce toplantı yapılıyor, yüzlerce sayfalık raporlar hazırlanıyor.

 

Terimler havada uçuşuyor; kısaltmalarla dolu, anlaşılmaz bir dil herkesin aklını karıştırıyor. Yeterince jargon kullanırsak, somut bir ilerleme olmasa bile "işimizi iyi yaptık" sanıyoruz.

 

Ne hikmetse kariyerin belirli bir noktasından sonra birden “-yor olacağım” kalıbı aktifleşiyor. Konuşurken düz gelecek zaman kullananlar dışlanıyor. Yönetimde "üç harfliler"in arasına girebilmek için “Simple Business Tense” kullanımı bir ön şart olarak görülüyor.

 

Bu arada sanki işleri uzatmak ve içinden çıkılmaz bir hâle getirmek için el birliğiyle çalışıyoruz. "Step by step ilerleyeceğiz" derken de bir milim öteye gidemiyoruz.

 

Konuyu toparlayıp bitirmek yerine mail üzerinden ilerliyoruz. "Ben yazdım, kayıtlarda var" diyebilmek için onlarca kişiyi CC'ye alıyoruz. Sonuç? Beş dakikalık bir telefon görüşmesiyle çözülecek mesele, üç gün süren mail trafiğine dönüşüyor.

 

Eften püften her konu için toplantı "set" ediyoruz. Çünkü toplantı, iş yaptığımız izlenimini veren en kolay araç. Takvimimiz dolu görünüyor, meşgul görünüyoruz.

 

Bu sonsuz döngü Yunan mitolojisindeki Sisifos’u hatırlatıyor bana. Konuları üst yönetimden aşağıya yuvarlayıp, sonra tekrar itekleyerek yukarı taşıyoruz.

 

     ***

 

Fatih Sultan Mehmet'in gemileri karadan yürütmeden önce, orduyu toplayıp bir ortak akıl çalıştayı yaptığını düşünsenize… Günlerce süren brainstorming seansları, risk matrisleri, dış danışmanlardan alınacak ikinci görüşler...

 

"Bu projenin ROI'si nedir?" diye soran bir mali müşavirler heyeti… Haliç'i geçmek için üç yıllık bir stratejik plan, altı aylık bir fizibilite çalışması… Ve “İkinci quarter’da bir pilot fetih uygulaması yapıyor olacağız” diye karar alan danışmanlar grubu…

 

Veya Seyit Onbaşı'nın top mermisini kaldırmadan önce AR-GE biriminden bir SWOT analizi beklediğini hayal edin. Ardından işçi sağlığı ve güvenliği biriminin onayını aldığını, mermi kaldırma işlemi için bir KPI seti belirlediğini düşünün.

 

Muhtemelen bu senaryoda İK departmanı "Önce kaldırma işlemi için yetkinlik matrisini güncelleyelim" derdi. Kalite güvence birimi ISO standartlarına uygunluk raporu isterdi. Mermiyi kaldırma eylemi için “change management” süreci başlatılır, "Mermi Kaldırma Projesi: Faz 1" adıyla bir proje planı oluşturulurdu.

 

En son satın alma birimi "Mermi kaldırıcı ekipman için üç teklif alıp vendor karşılaştırması yapalım" diye mail hazırlarken, düşman gemileri çoktan kıyıya yanaşmış, Çanakkale geçilmiş olurdu.

 

     ***

 

Yani Fatih Sultan Mehmet’in yerinde bugünkü plaza kültüründe yetişen bir kişi olsaydı, o gemileri hayatta karadan yürütemezdi. Başarısızlığını da bir güzel paketleyip kişisel pazarlaması için kullanırdı.

 

PowerPoint sunumlarında "Gemileri Karadan Yürütme: Bir Vaka Çalışması" başlıklı slaytları gösterirken, "Ne yazık ki proje onay süreçlerinde takıldık" diye eklerdi. LinkedIn profilinde "Change Management Expert" ve "Transformation Consultant" ünvanları olurdu.

 

Benzer şekilde Seyit Onbaşı da günümüz şartlarında o top mermisini asla kaldıramazdı. Sonra erken emeklilik paketi alır, İstanbul'da “Seyit İSG Danışmanlık Ltd. Şti” adında bir danışmanlık şirketi kurar ve "Ağır Yük Kaldırma: Prosedür mü, Cesaret mi?" başlıklı atölyeler düzenlerdi.

 

LinkedIn'de her gördüğü top mermisi fotoğrafının altına da hüzünlü bir emoji bırakırdı.

 

     ***

 

Bu konu sadece yönetim dünyasıyla sınırlı değil tabii. Önümüzdeki ayın ilk quarter’ında ebeveynlikle ilgili de benzer bir yazı yazıyor olacağım.

 

Kalın sağlıcakla...

 

 

 

Salih Uyan'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.