Elimize yüzümüze bulaştırdık

A -
A +
Mikroskopla teleskop arasında kendisine keşiflerden keşif beğenen insanoğlu, birkaç haftadır çok şaşkın… İşi gücü bıraktı, korona denen bir virüsle nasıl başa çıkabileceğini düşünüyor. “Mars’a nasıl gideriz?” diye planlar yapan bilim insanları, mikroskopla zor görülen bir virüsün bütün dünyayı nasıl dize getirdiğine bir türlü akıl sır erdiremiyor. Güçlü devletler, daha önce ellerine yüzlerine bulaştırdıkları binlerce utanç dolu işin bir özeti gibi karşılarına dikilen virüs kâbusundan kurtulmanın yollarını arıyor. Bu arada ölüm korkusunun bulaşma hızı, koronayla yarışıyor. Fânilik hissiyatı din, din, dil, ırk demeden hızla küreselleşiyor. “Bana bulaşmayan virüs bin yaşasın!” da diyemiyor artık kimse. Çünkü korona sınır tanımıyor!.. Suriyeli mültecileri engellemek için çekilen dikenli tellerden kolayca geçebiliyor mesela... Savunma sistemlerini deliyor, vize uygulamalarına takılmıyor, yaptırımları hiç ama hiç umursamıyor... İstediğin kadar güvenli koridorlar oluştur, hiç işe yaramıyor... Zengin, fakir, doğulu, batılı, eğitimli eğitimsiz, ünlü ünsüz, gelişmiş, gelişmekte olan, gelişmemiş ayırt etmeden bulaşıyor meret. Kimisi laboratuvarda üretildi diyor. Kimisi yarasa çorbasına bağlıyor olayı. Ama çıkış sebebi ne olursa olsun, sonuçları itibarıyla bu virüs bütün dünyaya resmen diz çöktürüyor işte. Yaşanan felaket, insanın ne kadar aciz olduğunu hatırlatıyor aslında. Market yağmalattıran korkuyla birlikte, insan aslında bir süreliğine de olsa acizlik hissiyatı stokluyor. Paranın kurtaramayacağı bazı hayatlar, son nefes korkusunu belki de ilk kez yaşıyor. Ölüm öyle güçlü bir gerçek ki, vaki olacağı kesin olarak bilinse bile, zamanı tahmin edilmeye başlandığı anda panik başlıyor. Maddenin arkasına saklanan ölüm korkusu, ekonominin çöküşüyle birlikte sobeleniyor. Kibir mecburen başını önüne eğip uzaklaşıyor. Her gece Z raporu bekliyor insanlar ekran karşısında. Yakalananlar, yoğun bakıma kaldırılanlar, ölenler listeleniyor düzenli bir şekilde. Sayılar arttıkça üzüntü kahra, endişe paniğe dönüşüyor. “Kimin ahı tuttu acaba?” diye düşünüyor herkes. Canlı canlı kaynar suda haşlama yapılan köpeklerin mi? Yıkıntıların üzerinde ağlayan Suriyeli çocuğun mu? Yoksa sınır kapılarında kıyafetleri alınıp gecenin karanlığına bırakılan mültecilerin mi? Bilemiyoruz. Emin olamıyoruz. Belki de bütün bunlar, Hazreti Ömer’in “Ölümü yattığın zaman yastığının altında, kalktığın zaman burnunun ucunda bil!” sözünü idrak edebilmemiz için yaşanıyor. Onu da bilemiyoruz. Ama iyi bildiğimiz tek bir şey var. Unuttuklarımızı hatırlamamız için bir ihtar, bir dur emri geldi işte! Sanki bu virüs, “Haydi herkes evine gitsin de biraz ne yaptığını düşünsün” dedi. Kendini büyük gören insan için küçücük bir uyarı korona. Ölümü unutanlar için ufacık bir hatırlatma. İnanmayanlar için çok düşünecek bir şey yok. Alacağın nefes sayısında kesinti oluyor sadece. Tarifeni zaten bilmediğin için kârını, zararını da kestiremezsin. Ama inananlar için durum farklı. Gözle göremediğimiz bir virüs, bütün dünyayı eş zamanlı olarak disipline edip, istediklerini yaptırabiliyorsa… Mukadderat, acziyet, kulluk, güç, iktidar ve hâkimiyet kavramlarını sözlükten çıkarıp yeniden cümle içinde kullanmanın zamanı gelmiş demektir. Vakit, düşünme ve ders alma vaktidir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.