Düşünmeye cesaret et!

A -
A +
 
Hani denilir ya ilkel çağ… Aslında bu da yargılanması sorgulanması gereken bir söylem olup bizim kültürümüzde olmayan olması tasavvur edilemeyen terimlerdendir…
Ama onun yerine tarihin en eski devirlerinden bu yana diyebiliriz… O zamandan beri insanların keşifleri, yenilikleri aslında hep birer düşünce sonrasında var olmuştur değil mi? Her düşünüş bir yeni keşfe bir yeni buluşa bir yeni arayışa sevk etmiştir insanoğlunu…
Elektriğin bulunuşu, suyun kaldırma kuvvetinin bulunuşu, buharın gücünü keşfediş, sıfır rakamının bulunuşu, mikrobun bulunuşu nasıl birer düşünce sonunda oluşmuşsa günümüzde internetin bulunuşu da benzer bir düşüncenin muhayyilenin ürünüdür…
İnsan yaşadığı coğrafyada düşünebildiği kadar var, üretebildiği kadar insandır. İbn-i Haldun "Coğrafya kaderdir” der. Öyleyse gelin bu sözü yanlış algılayıp hâlimize ram olup boyun eğip sendeleyerek değil, aksine bin sene öncesinin âlimlerinin Batı’ya da örnek olacak derecede düşünüşlerini, tıpta, astronomide, matematikte nice başarılara imza attığı gibi atacak nesiller olmanın gayretinde olalım… Düşünerek, üreterek, insan olma arayışımızı bilerek manalandıralım.
Basit gibi görülse de ABD’li iş adamı Albert Parkhouse 1904 yılında bir kış günü işe geç geldiğinde tüm askılıkların dolu olduğunu fark etti. Eline geçen bir parça teli bükerek, paltosunu buna astı. Kıyafet askısı bugünden sonra geliştirilmeye başlandı.
Bir asır sonra ise; küreselleşen dünyada bilgiye ulaşmak daha kolay gibi görülse de insanların idrak kabiliyetleri bilim ve teknoloji karşısında muğlaklaşmış, üretim durmuş. Muazzam bir tüketim çılgınlığına dönüşmüştür.
Artık insanlar az düşünür, çok yer, çok gezer, çok konuşur hâle gelmiştir. Yeni bir dâhi beklemek için çok geç kalınabilir… Belki de kalınmıştır… Çünkü günümüzün her bir teknoloji ürünü insan düşüncesini zaafa uğratacak bir “kolaylık” aslında tembelliğe sevk etmektedir…
Kafanızı iki elinizin arasına koyun. Zamanı durdurun. 'Ân'a odaklanın.
Ve sizden istirhamım, düşünmeye cesaret edin...
              Veysel Alten
 
 
ŞİİR
 
               YA RAB...
 
Aylardan ekim, günlerden cuma,
Sarsıldı İzmir’im üçe on kala.
Döküldü halkımız hep sokaklara,
Bizlere afat yaşatma ya Rab…
 
Yıkıldı binalar enkaza döndü,
Ölenler mezara bir bir gömüldü,
İzmir için o gün çok acı gündü,
Bize bu acıyı yaşatma ya Rab…
 
Kocaman binalar gelmiş ne hâle?
Molozlar yığılmış bütün bedene,
Devlet ile millet vermiş el ele,
Bizleri devletsiz bırakma ya Rab…
 
Köpekler kokladı yerini buldu,
Elif ile Ayda canlı kurtuldu,
Bu kurtuluş bizlere bir umut oldu
Bizleri umutsuz bırakma ya Rab…
 
Altı nokta altı, depremin hızı,
Artçılar durmadı salladı bizi,
Enkazdan alındı erkeği kızı
Bizleri enkazda bırakma ya Rab…
 
Mustafa İlhan’ım ne gelir elden?
Yoruldu bedenim kalkmıyor yerden,
Dökülür dualar dudaktan dilden,
Bizleri duasız bırakma ya Rab…
 
          Mustafa İlhan-Sultan Fatih Camii İmam Hatibi
 
 
 
UNUTULMAZ COĞRAFYALAR
 
BAĞDAT: Irak'ın başşehri olan Bağdat bir zamanlar atasözlerimizde de şiirlerimizde de marşlarımızda da yer almıştı… “Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyâr olmaz” derlerdi…  “Bağdat’ın kapısını Genç Osman açtı” diye başlayan marş ecdadımızın Bağdat’a verdiği önemin edebiyatımıza yansımasıdır… Bugün Kânûnî Sultan Süleyman Hân’ın Bağdat’ı fethinin yıl dönümüdür… 1534...
Bağdat Mezopotamya çanağının ortasında, Dicle Irmağı'nın iki yakası üzerinde ve Dicle'nin Fırat'a en çok (40 km) yaklaştığı noktada, geniş bir alüvyon ovası üzerinde yer almaktadır. Bağdat'ta yazlar kuru ve çok sıcak, kışlar yumuşak ve serin geçer. Ortalama yağış yılda 130 mm dolayındadır. Birinci Dünya Harbine kadar Osmanlıların elinde olan Bağdat, 1917'de İngiliz kuvvetlerince işgal edildi ve 1921'de kurulan bağımsız Irak Krallığının başşehri oldu. Bu durum Türkiye tarafından da Lozan Antlaşması ile (1923) resmen kabul edildi.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.