Patlıcan kuruları

A -
A +
Hava soğuktu… Sessizlikle yankılanan odada, kıvrıldığı sobanın yanında derin derin düşüncelere dalmıştı… Kahrını, kederini, sevincini onunla birlikte sırtlayan, hemen her taşını kendi elleriyle taşıdığı, emek emek ördüğü bu evde seksen dört yaşını deviriyordu. Bir ömür geride kalmıştı ve şimdi yapayalnızdı. Hoş, bu yalnızlık belki biraz da kendi tercihi idi. Aslında kimseye söyleyecek bir sözü yoktu… Çünkü eşi Fatma Hanım’ın vefatından sonra yalnız kalınca büyük oğlu onu yanlarına alabileceğini söylemişti de o istememişti. Gençlik yıllarından beri bütün hatıraları canlandı gözünde… Ah Fatma Hanım, meğer bu evin güzelliği, neşesi, havası onunla geliyordu… Şimdi onsuz kanepelerde yastıklar anlamsız, mutfakta beyaz dantelli ahşap raflardaki kalaylı bakır kaplar anlamsız… Duvarda asılı ondan kalan Kur'ân-ı kerim mahzundu…  Ne yapacaktı sanki koca şehirde? O bir ömür verdiği kerpiç binanın ruhu yoktu o beton kaplı yığınlarda. Onun yaşlı gönlüne hitap etmiyordu apartman daireleri… Hele o göğü delen yüksek binalar insanoğlunun kibrine işaret ediyor gibi geliyordu ona… İnsanoğlu göğe yaklaştıkça hakikatten uzaklaşmıştı. Eskiden kasabalarında o bölgenin en uzun ağacından yüksek yapılmazdı evler. Katları azdı ama huzur, bereket fazlaydı. Değişmezdi, o duvarlarını kendi elleriyle ördüğü kerpiç evi koca şehre değişmezdi... Ayağa kalkmaya çalıştı, sendeledi. Gözü bir anda duvardaki çivide asılı duran kuru patlıcanlara takıldı. Her kışa girmeden yapardı Fatma Hanım. Hem koca şehirdeki torunlara salar hem de kendilerine kışlık hazırlarlardı. Ama işte üzerinde ismi yazılı değilmiş ki yemek nasip olmamıştı. Ne garipti insanoğlu? Göreceğinden emin dahi olmadığı kışlar üzerine emek harcardı… O böyle düşünedursun eve dolan sabah ezanının sesiyle abdest almak için ibriğin olduğu yöne doğru yürüdü. Yeni bir gün daha doğuyordu. Ve güneşin bir saat kadar sonra doğacak oluşu akşama da batışına haberciydi. Tıpkı doğumun ölüme haberci olduğu gibi…          Mavi Bir Yıldız       ŞİİR                    Son   Dipteyim en derinliklerimde, Karanlığımın en zifiri noktasındayım. Öfkem, gözyaşlarımdan akarken, Sevgimi yine de kaybetmemeliyim… Gitmeliyim, bu ortamdan kurtulmalı, Gitmeliyim ama sevdiğimi bırakmamalı…        Gökyüzünde, bir kasvet var! Bu benim öfkem! Yağan yağmur gözyaşlarım… Korkuyorum, Deliriyorum, Nefesin ya ciğerlerimden giderse? Üzülüyorum… Yıllarımın beraber geçtiği dostlarım gidiyor tek tek, Etrafım kalabalıklaşıyor, Ben yalnızlaşıyorum Bitiyorum, yok oluyorum, Kimse göremiyor.                   Batuhan Nergiz       GÜZEL YURDUMUZ   MUĞLA-ULA: Milattan önce 6. yüzyıldan bu yana yerleşik nüfusu içinde barındıran, Kyllandos Antik Kentine ev sahipliği yapmış, İyonlularla Karyalılar arasında yapılan anlaşmaya konu olarak ismi “OLA” olarak adlandırılmış bir ilçemizdir. İlçe toprakları, orta yükseklikteki dağlarla engebelenmiş araziden meydana gelir. Kuzey ve doğusunda Oyuklu Dağı, batısında Kıran Dağları yer alır. Başlıca akarsuyu Namnam Çayıdır. İlçe topraklarının bir bölümü kızılçam ormanları ile kaplıdır. Ula Ormanları, ülkemizin akciğeridir. Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri, buğday, mısır, portakal olup ayrıca az miktarda mandalina, zeytin, susam, pamuk, yer fıstığı, sebze ve meyve yetiştirilir. Hayvancılık ve arıcılık gelişmiştir. En çok sığır ve koyun beslenir. Kıyılarında kamu ve özel kesime ait dinlenme tesisleri vardır. İlçe merkezi, Muğla Ovasında, kıyıdan iç kısımda kurulmuştur. Muğla-Fethiye kara yolu ilçeden geçer. İl merkezine 15 km mesafededir. Ahşap ve taş karışımı çok orijinal evleri meşhurdur. Belediyesi  [https://ula.bel.tr/]1895'te kurulmuştur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.