Esas oğlan Kılıçdaroğlu değil, Babacan

A -
A +

Beyaz Saray, Ukrayna savaşının başladığı günlerde Rusya’ya yönelik ambargolar için şöyle açıklamalar yaptı;

Demokrat olun ya da olmayın, herkes ülkesinin, vatandaşlarının hayat şartlarına ve standardına öncelik vermek zorundadır.

Ekonomik yaptırımlar her lideri etkiler, çünkü vatandaşlarının hayat standardını düşürür. Dolayısıyla bu noktada başkanların tercihleri devreye girer.”

Yani adamlar diyor ki; ya bize boyun eğer istediğimizi yaparsın yahut biz seni indirmeyi biliriz.

Para onlarda çünkü.

***

Perspektif bu olduğuna göre; al Rusya’dan, koy Türkiye’ye.

2019 mahallî seçimlerinde sadece patates ve soğan fiyatlarının yaptığı etkiye bakınca, 2023’e buradan saldıracaklarını hemen herkes bekliyordu.

Zaten hazırlıklar da bunu apaçık gösteriyordu.

Ali Babacan’ın AK Parti’den kopup, parti kurma süreci böyle başladı.

Ekibine yurt dışından önemli transferler yaptı (veya yaptırıldı).

2020 yılı şubat ayında “Babacan neyi bekliyor?” başlıklı makalemde, parti kurulumunu üst üste ertelediğinde şu tespitlerde bulunmuştum.

“Babacan’ın ilk ne zaman ‘parti kuracağım’ diye ortaya çıktığına bakın…
Geçen sene yükselen döviz kuru ve etiket fiyatlarının fırlamasından hemen sonra.
Bu buhranın artarak devam edeceği öngörülmüş olmalı ki, partiyi yılbaşında resmen açıklayacaklarını duyurmuşlardı…
Fakat öyle olmadı.
Döviz kurunun kontrol altına alınması, Merkez Bankası Başkanı’nın değişmesi ile birlikte gelen faiz indirimleri, sanayi ve üretimin yeniden toparlanma sürecine girmesi hesapları bozdu.
Ocakta açıklanacak parti, sürekli tehir sürecine girdi.
Merak ettiğim; birileri ona “Bir şeyler olacak, ekonomi yeniden bozulacak” diye umut veriyor mudur?
Mesela; Rand Corporation raporları, İlker Başbuğ’un tuhaf çıkışı, CHP’nin ‘siyasi ayak’ oyunları, Gezi’yi aklayan yargı kararları tesadüf müdür sadece?
Ya da Suriye’deki gelişmelerden bir beklenti var mıdır?
Şimdilik net bir şey söylemek zor elbette.
Darbe söylentileri bile ekonomimizi olumsuz etkiliyor, bir anlamda Babacan’ın ekmeğine yağ sürüyor.
Bu sebepledir ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Darbe falan yok. Bu söylentiler maksatlı” dedi.
Yani…
Bu demektir ki, Türkiye’de işler rutininde gidecek, ekonomide iyileşme devam edecekse, Babacan’ın umut bağladığı zemin de boşalacak.”

***

20 Şubat 2020 tarihli bu yazıdan tam bir hafta sonra, 27 Şubat’ta askerlerimize yönelik İdlib saldırısı gerçekleşti ve 34 şehit verdik.

Ardından Türk Silahlı Kuvvetleri kahramanca operasyon başlattı ve Rus hedefleri ile birlikte, bedelini Esad rejimine ağır ödettik.

Sonrası malum, dünyayı sarsan pandemi süreci.

Babacan’ın istediği ortam fazlasıyla oluştu, çok geçmeden partisini kurdu.

Tam bu bitti diyorduk ki, bu defa da Ukrayna-Rusya savaşı patladı.

Hatta daha kötüsünü söyleyeyim; Üçüncü Dünya Savaşı daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.

Küresel ölçekteki sıkıntılara bir de yeni ekonomi modeline geçişin etkileri eklendi.

Eğriye eğri, doğruya doğru… Para babaları burada da gücünü gösterdi.

Sen misin sıcak paraya bağımlılıktan kurtulup üretime dayalı bir ekonomi olmak isteyen!

Hızla fırlayan döviz, kur korumalı mevduat sistemiyle nispeten kontrol altına alındı ama fiyat artışları durmak bilmedi ve enflasyon yüzde 70’in üzerine çıktı.

***

2023 seçimlerine tastamam bir yıl var.

Hükûmetin yol haritasını, kalan sürede ekonomiye yönelik atacağı adımları, hesapları bozmak için neler yapacağını göreceğiz.

Gelinen nokta, muhalif ittifak için en büyük umudu beslemekte.

Bu sebepledir ki, önceki seçimlerde cumhurbaşkanlığına adaylıktan kaçınan Kemal Kılıçdaroğlu bile ilk defa büyük bir hevesle öne çıkma gayretinde.

Lakin görünen köy kılavuz istemez.

Dışarıda birileri 2023’e umut bağlamışsa, hesabın bunca yıl Babacan üzerine kurulduğu ortada.

Kılıçdaroğlu çok istese de “ekonomi” üzerinden hazırlanan kişi kendisi değil.

Hatırlayın, CHP’li bir belediye başkanı “Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı kim olacak?” sorusuna "Ulusal ve uluslararası karar vericilerin işaret edeceği aday" cevabını vermişti.

Kılıçdaroğlu’nun rüzgârına bakmayın, önümüzdeki süreç çok şeylere gebe.

 

***********

 

Tarafların adı; ‘28 Şubat’çılar ve ‘15 Temmuz’cular

 

Aklımızın rahatça erdiği şu çeyrek asırda bile neler gördük!..

28 Şubat darbesinin üzerinden yirmi beş, Gezi’nin üzerinden dokuz, 15 Temmuz’un üzerinden sadece altı yıl geçti.

Daha yedi yıl önce 22 ilçemizin özerklik adı altında fiilen işgal edildiğini, aslında Suriye gibi bölündüğümüzü, 793 asker ve polisimizi şehit vererek buraları geri aldığımızı saymıyorum bile.

Öncesinde ve sonrasında yürütülen ağır terörle mücadele de cabası, -ki hâlâ da sınırlarımızın ötesinde artarak devam ediyor.

Önümüzdeki günler için Suriye’ye yeni operasyonu konuşuyoruz; hedefimizde yine PKK ve bu örgüte kurdurulmak istenen devletçik var.

Bir şu hâlimize bakın, bir de beklentilerimize!

Kendi içimizde bile sömürge ülkelerindeki gibi rezalet olaylar yaşayıp, bir de bekliyoruz ki İsviçre ölçeğinde güllük gülistanlık yaşayalım.

Nasıl olacak bu iş?

Önümüzde sadece iki seçenek var.

***

İşte yıl dönümü vesilesiyle Gezi bugünlerde yine gündemde…

CHP Genel Başkanı mıh gibi yerinde, dokuz yıl önce ne demişse bugün de aynısını söylüyor.

O dönem AK Parti içinde olan Geziciler ise bugün kendilerini daha rahat ifade ediyor.

Ne güzel, artık CHP ile aynı masadalar!

Ortak mutabakatlarını da hususi olarak 28 Şubat’ta açıkladılar malum…

Anlıyoruz ki, hepsi bir de buraya selam çakıyor.

***

28 Şubat’ı gençler hatırlamıyor madem, Gezi’den yürüyelim.

Neydi Gezi?

Boşuna kıvırmayın…

Gezi, Türkiye’nin Tahrir Meydanı’ydı.

28 Şubat darbesinde ne yapılmak amaçlandıysa aynısını hedeflemekteydi.

Hatta daha fazlasını!

O gün Mısır’da Mursi’ye yapılan neyse, Türkiye’de Erdoğan’a yapılmak istenen de oydu.

28 Şubat tecrübesinden sonra bu defa Gezi gerçeğiyle yüzleşince, toplum bıçak gibi ayrıldı, çünkü döneceği yeri biliyordu.

Gezi’ye meydan okuyan milyonlar, üç yıl sonra 15 Temmuz işgal girişimini alt etti.

O süreç öyle bir kırılma noktasıydı ki…

Gezi’nin vandalları, bu defa 15 Temmuz’da tankları alkışladı, darbeye karşı sala okuyan müezzinlere saldırdı.

Gezi’ye karşı duran milyonlar ise 15 Temmuz’da tankların, mermilerin karşısındaydı.

***

Madem CHP, Gezi’yi bu kadar kutsayıp, sahte kahramanlıklar üretmeye çabalıyor, onun da cevabını verelim.

Gezi, baştan sonra yalandı, 15 Temmuz, başından sonuna hakikat.

Örnek mi istiyorsunuz?

Çook.

Gezi’de paletlerin altında insanların ezildiği uydurmaydı, 15 Temmuz’da tankların altında ezilenler gerçek.

Gezi’de TOMA’nın sıktığı suya karşı duranlar oyuncuydu, 15 Temmuz’da tankların karşısına dikilenler vatansever.

Gezi’de TOMA’dan kimyasal sıkıldığı yalandı, 15 Temmuz’da atılan bombalar hakikat.

Gezi’de demokrasiyi yıkmak vardı, 15 Temmuz’da korumak.

Gezi’de ülkeyi yıkmak hedefteydi, 15 Temmuz’da kurtarmak.

İşte böyle şekillendi toplum; bir tarafta Geziciler, öbür tarafta alayına direnenler.

28 Şubatçılar “Bu mücadele bin yıl sürecek” diyordu ya hani!

Yorulan ister 28 Şubat’ı hatırlasın, ister Gezi’yi, isterse 15 Temmuz’u!

Evveli de var da, bu kadarı kâfi, o kadar geriye gitmeyelim şimdi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.