Bürokratik oligarşi

A -
A +
Bilmeyene anlatalım; bu, atanmışların seçilmişlere tahakkümü demek.
AK Parti’nin ilk yıllarında en çok üzerinde durulan meselelerden biriydi.
Allah var, başta Sayın Cumhurbaşkanı’mız olmak üzere, AK Parti eski Türkiye’nin bu yüzünü değiştirmek için çok mücadele verdi.

Doktorun, memurun yanına zor yanaşılırdı, değil ki kaymakama, valiye ulaşasın.
Vatandaş için devlet kapısında azarlanmak ‘vaka-ı âdiye’dendi.
Şimdi ara ara tersine vakalar yaşıyoruz, bu defa da “Vatandaşa bu kadar yüz verirsen…” gibi cümleler işitiyoruz.
***
Son yıllarda özellikle gıda fiyatlarındaki kontrolsüzlük algısından kaynaklanan tepkiler gibi pek çok meselede ağızdan ağıza dolaşan cezasızlık algısının, toplumda ifrat ile tefrit tartışması başlattığı muhakkak.
Ama şu da hakikat ki, devlet her zaman güçlüdür; korunması gereken vatandaştır.
Yani, devlet isterse çözer… Çözmek de zorunda zaten.
Caydırıcı ceza olmazsa, devlet vazifesini yapmazsa ülke vatandaş için yaşanmaz hâle gelir.
Tek sıkıntı, bunun hangi ölçüde yapılacağı.
Meclis’e gelen yeni trafik düzenlemesi de öyle bir şey mesela.
Epey zamandır trafikte terör estirenlere bir türlü çözüm bulunamamasını konuşuyorduk, şimdi getirilen katmerlenmiş cezaları.
Görün bakın, özellikle hız sınırı cezaları büyük reaksiyon oluşturacak… Yaşayıp hep birlikte göreceğiz.
Tepkilerin odağında da yine bürokrasi olacak.
Kurulacak birkaç cümleyi de şimdiden sıralayayım;
  • Kendiniz niye çakarlı arabalarla tam gaz gidiyorsunuz?
  • Çakar takmış bir bürokratın arabasına yol vermediğim için niye ehliyetim alınacak?
  • Yazdığınız hızda siz gidin de göreyim?
  • Bu pahalılıkta ve yoklukta bu ceza reva mı?
Vs, vs…
İşte, her meselemiz böyle.
***
Düne kadar “Hiç durmadan zam yapıp milletin iflahını kestiler” dediğimiz iş dünyası şimdi azalan iş kapasitesi ve batan firmalarla gündemde, yine hükûmet hedefte.
Para muslukları kısılınca feryat eden iş dünyasına MÜSİAD Başkanı Burhan Özdemir çarpıcı bir çıkış yaptı;
“Bence daha çok reel sektör sorumlu ve suçlu. Finansmana erişimin zorlaştığı ve sanayicinin adım atacak yeri olmadığı söyleniyor ama para ucuzken de biz aldık ve yeni fabrikalar mı kurduk? Yeni makineler mi aldık? Para ucuz olsa reel sektör yine aynı hataya düşecek. Birçok OSB’de teşvik almak için fabrika inşa edilmiş ama içi boş” dedi.
Benzer cümleler, hayvancılık gibi pek çok alanda verilen teşvikler için de kuruluyor.
Yani, cumhuriyet tarihinin en büyük teşvikleri AK Parti döneminde verildi ama, geri dönüşü bu fedakârlığa değdi mi, orası tartışmalı.
Neyimiz eksik; kurallar mı, ahlak mı?
Sanki ikincisi daha ağır basıyor.
***
Şimdi madalyonun öbür yüzüne gelelim…
Halkın çizgilerini kanunlar belirler, eksik varsa müeyyidesini tamamlamak da yine seçilmişlere ve bürokrasiye düşer.
Peki, “Bürokratik oligarşi bitti” demek mümkün mü?
İşte burası da çetrefilli.
Eski Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın bu konuda çarpıcı çıkışları olmuştu.
“Bürokrasi kendini koruma iç güdüsüyle hareket ediyor, ‘Ben niye risk alayım’ diyor. Öyle de iş olmuyor” demişti.
Geçen sene AK Parti’nin yerel seçimlerde aldığı ağır yenilginin ardından Kızılcahamam’da yapılan kampta da benzer bir eleştiride bulunmuş, “Bürokrasi istiyor diye Meclis’te kanun çıkarıyoruz. Getirisine götürüsüne bakılmıyor. Böyle yasama çalışması olmaz. Bizim görevimiz bürokrasinin isteklerini yapmak olmamalı” ifadelerini kullanmıştı.
Ne diyeyim, haklı.
Hatta eksiği var…
Son yıllarda vatandaşın yaşadığı ekonomik zorluğun siyasete, bürokrasiye etkisi ne oldu mesela?
Kamu harcamalarının kısıtlanmasının sadece acil olmayan yatırımların durmasından öte, daha radikal adımlarını görebildik mi?
Kaç bürokrat makam arabasından indi, nerelerden ne kadar tasarruf etti?
Çok basit bir soru; iş dünyasına, tarıma, hayvancılığa verilen teşviklerin geri dönüşündeki problemleri sorguluyoruz da, üniversitelere aktarılan kaynağı niye sorgulamıyoruz?
Okul müdüründen öte bir şey olmayan rektörler niye çakarlı arabalarla dolaşır, bunca imkânın karşılığında ne üretirler?
Daha bunun gibi birçok başlık çıkarmak mümkün elbet.
İşte buralarda bürokrasi hiçbir taviz vermez, olumsuz şartlardan hiçbir şekilde etkilenmez, sadece vatandaşa vergi üstüne vergi, ceza üstüne ceza artışı getirilirse, o zaman vatandaşa da bürokrasiye kafa tutma yolu açılır, ucu siyasete de gider.
Yeri gelir kanun dinlemez, yeri gelir menfaatine bakar, yeri gelir sandığa gitmez…
“Bürokratik oligarşi ile mücadele” dendiğinde toplumda geçmişte oluşan heyecan neydi, bakın bugün ne?
Çok yol aldık, ama heyecanımızı yitirdik belli ki…
Hatta belki umudumuzu da.
O yüzden üzerimize bir salmışlık, yılmışlık çökmüş gibi.

**************


BİRİNCİ 'ONE MİNUTE' İLE İKİNCİSİNİN FARKI



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2009’da, başbakanlığı döneminde, Davos’ta eski İsrail Cumhurbaşkanı’na “One minute” dediğinde Türkiye’de nasıl karşılandığını hatırlayın.
Sonuçta orası siyasi bir bağlayıcılığı olmayan, dünyada iş dünyası ve siyaset adamlarının buluştuğu bir yerdi, ama o gün orada yapılan çıkışın ülkemizde müthiş etkisi olmuştu.
O gün gece vakti havaalanında miting gibi bir kalabalığın sevgi gösterileriyle karşıladığı Erdoğan, 16 yıl sonra Mısır’da, üstelik Gazze için çok kritik bir anlaşmanın yapılacağı zirvede, soykırımcı İsrail’e haddini bildiren ikinci “One minute”a imza attı.
Uçağı pisti pas geçip Kızıldeniz üzerinde turlarken katil Netanyahu’nun katılımı engellenemezseydi, zirveye katılmadan Türkiye’ye geri dönecekti.
Gazze için tarihî bir duruşa imza atan ve masaya ağırlığını koyarak, İsrail’e karşı Filistin ve bölgemiz için birinci “One minute”dan çok daha hayati bir rol üstlenen Erdoğan, normal bir seyahatten dönüyormuşçasına Ankara’ya indi.
AK Parti teşkilatları bile böylesine önemli bir karara imza atan Erdoğan’a karşılama tertiplememişti.
Söylesenize, ne değişti?


UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.