'Akça kepder'

A -
A +

Geçen gün bu köşemizde yer alan 'Nurbeyaz'la Karbeyaz' adlı yazım için bazı hoş mektuplar aldım, hatırlarsanız beslediğim iki beyaz güvercini anlatmıştım o yazıda, sonra onlardan ayrılışımı... Merak edenler olmuş. Mesela Türkmenistanlı Ağacan Beyoğlu, dört sayfalık mektubunda yetmiş küsur yıllık Sovyet sisteminin gediklerini; onca yıl kendilerinin Cengiz Aytmatov'un benzetmesiyle Mangurtça yaşamalarını, komünizmin barışçı "kepderi kuş" sembolüyle sevdirilmeğe çalışıldığını anlatıyor. Sonra sözü Glasnost ve Perestroyka, açıklık ve aydınlık politikalarının ilânıyla Sovyetler Birliğinin çöküşe doğru yol alışına, nihayet yıkılışına getiriyor. Ağacan Beyoğlu, 1994-99 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bölümler Enstitüsünde "Alkırevli ve Karaevli Türkmenlerinin Tarih ve Etnoğrafyası" konulu bir doktora tezi yapmış. Daha sonra bu çalışması kitap haline gelen Ağacan Beyoğlu diyor ki: "Ben özellikle Türkmen Türkçesinde güvercin kuşuna kepderi, kepder kuş denildiğini ve göğerçin adının da yaşlı nesil tarafından özellikle kulanıldığını söylemek istiyorum. Türkiye Türkçesinde güvercin denilen bu kepder kuşlarının adı meğerse Farsçadaki "kebuter" kelimesinden geliyormuş. Sizin makalenizi okuduktan sonra F. Devellioğlu'nun meşhur Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugatına baktım ve orada da bu kelimenin açıklaması dediğiniz gibiydi." Ağacan Beyoğlu, beyaz güvercine "akça kepderi" diyor ve mektubunda soruyor: "Bir daha Nurbeyaz'la Karbeyaz'ı ziyaret ettiniz mi? Peki sonra ne oldu? Bu güzel kuşlarla ilgili yazınızın devamı olacak mı? Eğer devamı olacaksa bekliyoruz." Bir diğer mektup Londra Üniversitesi'nde eğitim görmekte olan Mahmut Z. Erbay'dan geliyor. Yazımı kasvetli bir Londra ikindisi sonrasında okumuş. "İçime üşütmeyen hafif ve temiz bir kar düşmüş gibi oldu." diyor ve devam ediyor... "Gündemin boğuculuğu içinde nefes almamı sağlayan bir minik pencere vazifesi gördü. O yüzden hem teşekkür etmek, hem de yazı için tebriklerimi sunmak istedim. Bir de yazıyı okurken geçen yılların birinde beslediği kuş bir daha geri dönmediğinde ağlayan ablamı hatırlattınız bana. Ablam oldunuz yani." Ben de bu ablalığı kabul ettim, hay hay diyorum Erbay'a. Zaten çokları bana abla, der; bu hitaptan hoşnutumdur. Mahmut Z. Erbay da kuşların akıbetini, onları evi satın alan mimar hanıma bir daha sorup sormadığımı merak ediyor. İnce, duyarlı kalemleri için mektup sahiplerine teşekkürlerimi iletiyorum. Her roman veya hikaye sonu gibi bu yaşanmış zaman dilimi içerisindeki iki kahramanımın sonları da elbette merak edilecekti. Fakat şu bilinmeli ki, onları hiç unutmasam da bitim çizgisine gelmiş bu olaya nokta koymalıydım. Yani arkama bakmadan, o zaman dilimini yaşanmış ve bitmiş olarak geride bırakıp yeni günlere yeni ilgilere dönmeliydim. Aslında onları sorsaydım, öğreneceklerim belki de iç açıcı şeyler olmayacaktı. Belki diyeceklerdi ki "Kuşlara bakmağa zaman bulamadık, kuşlar bir daha gelmediler..." Sevgi de bir gıdadır çünkü, aynı sevgiyi, o frekansı yakalayamadılarsa elbette oraya bir daha gelmeyeceklerdi. Bütün bunları öğrenmek hafızamda canlı güzellikleriyle yaşattığım iki güzel varlığı solduracaktı, duymamak en iyisiydi. Zaten aradan 6 yıl geçti; sağ mıdırlar dersiniz?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.