Anlaşma dili

A -
A +

Aynı kuşağın ya da birbirine yakın zamanların insanları daha kolay anlaşıyor, birbirlerinin dilinden daha iyi anlıyorlar. Yıldız yakışması diyorum buna; sanki iki yıldız aynı felek üzre dönüp duruyorlar. Hani bazen "Çabucak kaynaşıverdik!" dersiniz. Bu canciğerlik, bu yıldız çekimi aslında birikiminizdeki görgülerin uyumundandır. Bunun için doğrularınız da çakışır ve siz ak derken, o kara diyemez. Tabii mizaç ve görgü, kabullenilmiş görüşler o kişiyi değişime uğratmazsa... Bir de sizin kuşağınızdan olmayan birileriyle yan yana düşersiniz. İster farkına varın, ister varmayın diyaloğunuz aynı tonda değildir. Aslında aynı dili konuşuyorsunuzdur ama bir de dilin içinde o insanın bilgilerini, tecrübelerini yaşantılarını, görgülerini kapsayan bir dünya vardır. Burada dille birlikte o iki dünya yan yana gelir. İşte o zaman ıssız bir adada karşılaşan iki varlık söz konusudur. Yanlış yorumlamalar böyle durumlarda ortaya çıkar. Geçenlerde benim son çıkan kitaplarımla ilgili bir toplantıda henüz çok genç bir öğretmenle buna benzer bir ulaşım, erişim sıkıntısı çektim. Yabancı bir yazarın alıntı sözü ve hükmüyle süslenerek sorulmuş sorudan "Roman giderek ben romanı mı olma yolunda?" fikrini algılamıştım. Benim cevabım ise "Ne bütünüyle ben olmalı, ne de bütünüyle toplumun aynası" şeklindeydi. Roman bu iki olguyu da kabullenmeliydi. Fakat o hangi soruyu sorarsa sorsun baştanberi bana itiraz etmeğe hazır bir psikolojik şartlanma içinde olduğundan cevabım onu tatmin etmemişçesine dudak büktü. İşin olmaz tarafı beni toplumcu romancılardan sandı. Oysa tam tersi hele son romanlarımda, hele hikayelerimde "ben" ile içimizdeki karanlıklarla, grilerle, pembelerle uğraşıyordum. Ama toplumda olanlara söz gelimi açlığa, cinayetlere, lükse, anafora ve daha benzeri birçok şeye sırtımızı dönüp bir başka gezegendeki masalsı konuyu yazmanın doğru olup olmadığının da tartışılmasını istiyordum. Bir romancının beklediği, beklemeyi hak ettiği böylesi bir tartışma doğmadı yazık ki. Bazı örnekler sıraladım, cevabımı değerlendiremedi, yanlış yorumlar çıkararak soru üstüne soru ekledi. Sanki ben reddediyormuşum gibi Halit Ziya'yı örnek verdi; "Mai ve Siyah"ta hayatın acılarına rağmen kendisine bir düş dünyası kurabilmiş olan Ahmet Cemil'den söz etti. Oysa hayalsiz romanın roman olamayacağını daha baştan söylemiştim. Beni kafasında şekillendirdiği biçimde algılamağa çalışıyordu anlaşılan. İki şıktan yalnız biri olmadığımı, bazı şeylere net cevap verilemeyeceğini ihsas etmeme rağmen... Fakat boşu boşuna bir noktaya gelmeğe çalışıyorduk. Ünlü bilim adamı, düşünür Alexis Carrel neden sonra aklıma geldi. "İnsan Denen Meçhul" adlı insanı konu alan eserinde şöyle diyordu Carrel: "Birbirimizden ayrı dünyalarda nasıl tecrit edilmiş olduğumuzu bize fizyolojik zaman nosyonu izah ediyor. Çocukların anne ve babalarını, hele büyükanne ve büyükbabalarını anlamaları imkânsızdır." Ve devam ediyor. "Bir nesille müteakip nesil arasında zaman mesafesi ne kadar küçük ise birincisinin ikincisine moral bakımından tesiri o kadar büyük olur." Burada söz konusu olan nesiller arasındaki mesafenin, eğer büyükse anlaşmayı zorlaştırdığı noktasıdır. Ailedeki anlaşmazlıklar hatta çatışmalar da bundan kaynaklanır. İşte yukarda sözünü ettiğim türden toplantılarda karşılaşılan diyalog uyumsuzluğu saplantı fikirlerden, farklı görüşlerden olduğu kadar, bilgi ve tecrübe mesafesinin uzaklığından doğuyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.