"Kara gün kararıp kalmaz"

A -
A +

"Kara gün kararıp kalmaz!" derdi ciciannem. Öyle gelişigüzel değil, ana ata mirası darbımesellerle, deyimlerle konuşurdu. Ciciannem insanın hasıydı doğrusu. Kimin ne derdi varsa umut olmağa, merhem olmağa koşardı. Şimdi şu günde anıverdim işte... Bayramda bizim evdekilerle bayramlaşma faslından sonra el öpmeğe ilk ona koşardım. Beşiktaş'ta bir merdivenli yokuştan iner, bir merdivenli yokuşu tırmanırdım. Hep de bahara, yaza mı rastlardı bayramlar? Ciciannemin bahçesinde ille de mayıs gülü, hanımeli açmış olurdu... Ciciannemin dış tahtaları kararmağa yüz tutmuş ahşap evinde bayram temizliğinin kolalı bembeyaz serinliğini bulurdum. Ciciannemin hoşafları, meyve şekerlemeleri, ayranları, sütleri, lokumları, akideleri hazır olurdu. Ortaköy'de Boğaza karşı pek de sarp bir yerde kabri. Nur içinde yatsın... Bayram öncesi etrafta gördüğüm acıklı manzaraları perde çekip unutayım diyorum, unutamıyorum. Bayramdan bir iki gün önceydi. Adam kırk yaşlarında biri... Bizim sitenin bakkalına doğru yürüyordu, bir şey alacaktı. Helva mı, sigara mı, kahve mi bilemiyorum. Cebinden para çıkarıp, önce saydı. Tam da bakkalın kapısına birkaç adım kala. Ne ki para eksik gelmiş olmalıydı. Elini, olmaz olsun gibisinden sallayıp paraları yine cebine koyarak, yürüyüp gitti. Memlekette neredeyse seferberlik zamanlarının acıları, yoklukları yaşanacak. Dedelerimiz ot, ağaç kabuğu, nice akla gelmez şeyi o kıtlık günlerinde yemişler. Kuru peksimetlerden dişleri kırılmış. Şimdi hayatta olmayan büyüklerimden birine şeker hastası olduğundan sofrada kepek ekmeği uzatmıştım da birden durup ağlamağa başlamıştı. Sonra bu hassasiyetinin sebebini açıkladı. Kurtuluş Savaşı sırasında Bursa'da henüz çocukken arkadaşlarıyla mahallelerindeki bir fırına gidermiş. Ekmek almak ne kelime! Fırıncı tezgâhın üstünü süpürür, çocuklara kırıntıları kepekleri ve süpürge tohumlarını verirmiş. Onlar da sevinerek bunları ceplerine doldururlarmış. Bu millet neler gördü, neler yaşadı. Ama bu çağda tam da kalkınmağa doğru yürümekteyken birden herşey altüst oldu. 18. asır başlarında yetişmiş, Lale Devri şairlerinden Osmanzâde Tâib'in bir hicviyesinden aldığım şu beyitlere bakarak şairin bugünün Türkiye'sine de seslendiğini hayretle farkedeceksiniz. Şiirin bütünü Ahmet Kabaklı Hocamızın Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları (0212 527 50 32) arasında çıkan "Şiir İncelemeleri" adlı kitabındadır. Arpa torbası sanır onu gören Olsa bir gözde arpacık peyda. Şimdi bir yağlı kapı da yok ki, Bulalım açlık derdimize deva. Hasret-i balı hele sorma, onun Kıymeti şekerden dahi bâlâ. Allah Allah ki, sünnet çocuğuna Yiyecek bal bulunmuyor hayfâ! Kahveyi mezhebine uydurdu Nohudu kavurup içer zurefâ. Dervişin başında külâh görse Bal kabağı sanıp kapar gurebâ. Sabun anılsa ağzımız köpürür Köpürmüş develer gibi meselâ... ...... Bayramınızı sevgi, selam ve saygıyla kutlarım aziz okuyucularım...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.