Hudeybiye günleri

Nebiyyi muhterem o günlerde bir rüya görür... "Eshabı ile birlikte Mekke'ye gitmiş, umre yapmaktadırlar. Kabe-i muazzamayı tavaf ederler, Beyt-i şerifin kilidini açarlar. Bazıları saçlarını kazıtır, bazıları kısaltırlar..." "Ben Kisralar, Kayserler, Necaşiler görmüş biriyim. Hiçbirinin adamları onunkilerle kıyaslanamaz. Muhammed'e çok bağlılar, hürmetlerinden yüzüne bile bakamıyor, yanında seslerini yükseltmiyorlar..."
Hendek savaşında müşriklerle Yahudiler ittifak eder buna rağmen emellerine nail olamazlar.
Müminler ise kayıp vermeden hengâmeyi atlatır, bu arada Ben-i Kureyza'yı teslim alırlar.
Artık Müslümanların varlığını kabullenmek zorundadırlar.
O yıl görülmedik bir kıtlık yaşanır, Efendimiz, Ramazan'ın ilk cuması eshabıyla sahraya çıkar, yağmur duasında bulunurlar. Sanki gök delinir, bir hafta boyunca yağmur yağar. Bir sonraki Cuma gelir "Ya Resulallah" derler "Neredeyse hayvanlarımız boğulacak evlerimiz yıkılacak!"
Sevgili peygamberimiz ellerini açarlar: "Ya Rabbi bu yağmuru mezralara, ağaç biten yerlere, vadilere yolla!"
Server-i alemin bereketi ortadadır. Nitekim Dûmet-ül Cendel halkı İslamı kabul eder topluca.
Hicretin 6'ncı yılıdır. Muhacirleri anlatılmaz bir Kâbe hasreti sarar. Mükerrem beldede sayısız hatıraları vardır, burunlarında tüter adeta.
Kolay değil biz memleketimizden bir hafta ayrılsak özleriz, onlar 6 yıldır ayrı kalmışlardır...
Nebiyyi muhterem o günlerde bir rüya görür... "Eshabı ile birlikte Mekke'ye gitmiş, umre yapmaktadırlar. Kabe-i muazzamayı tavaf ederler, Beyt-i şerifin kilidini açarlar. Bazıları saçlarını kazıtır, bazıları kısaltır."
Dinleyen sahabeler de heyecanlanırlar...
Efendimizin her sözü bir işaret taşır, hatta sükûtları ve rüyaları da...
Zilkade ayının 1.günü.
Server-i âlem (Sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah İbn-i Mektûm'u (radıyallahu anh) Medine-i münevverede vekil bırakır, 1400 sahabe ile Mekke'ye müteveccihen yola çıkarlar. Zülhuleyfa'da ihrama girer iki rekât namaz kılarlar.
Baştan ayağa beyazlara bürünür, coşkuyla telbiye söylerler. "Lebbeyk, Allahümme lebbeyk!"
Yanlarında sadece 70 develeri vardır ve 200 at. Yani münavebe ile binseler dahi yolun çoğunu yürümek zorundadırlar. (Biz klimalı otobüslerle sabredemiyoruz oysa)
Sahabeler Kurbanlık develeri işaretler, Nâciye-tübni Cündüb Eslemî'ye teslim ederler.
Yanlarında silah yoktur, sadece yabani hayvanları ürkütmek için basit kılıçlar alırlar. Efendimizin niyetinin sulh olduğu şuradan bellidir ki Ümmü Seleme validemiz de yanlarındadır.
20 süvari öncü olur, bu arada
Büşr bin Süfyan'ı Mekke'ye yollarlar.
Mekkeliler hiç yoktan panik yapar telâşla silahşör toplarlar. Ziyaretten başka maksadı olmayan kafileyi durdurmak için tedbir alırlar. Ehabişe (müttefik kabilelere) habire tirit yedirir, Müslümanlara karşı kullanırlar. Medineliler bunları basıp dağıtacak güçtedir ama istişare toplantısında Hazret-i Ebubekir fikrini "biz umre için yola çıkmadık mı, ihrama girmedik mi? Ama bizi bundan men etmeye kalkarlarsa o başka" şeklinde açıklar.
Derken Kureyş, İkrime ve Halid komutasındaki 200 kişilik atlı birliği üzerlerine (Kurâu'l Gamim) yollar. Ama Müslümanlar oyuna gelmez, ellerini kılıçlarına atmazlar.
Sessiz ve olgundurlar. Bir ara Müslümanlar namaza durur. Müşriklerin basireti bağlanır seyrine bakarlar.
Neden sonra uyanır, birbirlerine sorarlar "sahi niye saldırmadık?"
Boş ver nasıl olsa yine duracaklar.
Ayeti kerime gelir (Nisa suresi 102) yarısı kılar, yarısı bekler bu defa...
Bu tedbir akıl işi değildir, şaşırıp kalır, sus pus olurlar.
Kaldı ki müminlerin namaz kılışlarından etkilenmişlerdir, içlerinde bir şeyler kıpırdar.
Mekke'ye yollanan Büşr Bin Süfyan'ın getirdiği haberlere bakılırsa Kureyşliler Müminleri şehre sokmamakta kararlıdırlar.
Tam Mekke hududuna gelmişlerdir ki (Hudeybiye) Efendimizin devesi Kusva çöker, ne kadar uğraştılarsa kaldıramazlar. Şüphesiz bir işaret vardır bunda da...
Hudeybiye köy, mezra değildir. Bir kuyu vardır o kadar.
Efendimiz çadırlarını kurar, sahabe-i kiram da burada konaklar. Ancak kuyunun suyu biter, susuz kalırlar.
Allah'ın Habibi mübarek ellerini ibriklerinin üzerine koyarlar, parmakları arasından tatlı, berrak ve serin bir su akar. İçerler kanarlar, develerini sularlar, abdestlerini alırlar. Su öyle gürdür ki yüz bin kişiye bile yeter artar.
Civardaki dost kabileler ziyarete gelir onları ağırlarlar. Efendimiz Huzâaların reisi Budeyl'i Mekke'ye yollar. Budeyl "Müslümanlar savaşa gelmemiş, sadece ziyaret yapmak istiyorlar. Ama cenkten cidalden de kaçıcı değiller. Anlaşsanız iyi olur!" der kibarca.
Cevap şaşırtıcıdır. Hayır giremezler. Asla!
Kureşliler hem hayır der hem de Urve-tübni Mes'ud'u yollarlar, "bak bakalım, niyetleri ne acaba?"
Urve müminlerin Efendimize olan tazim ve bağlılığını gözden kaçırmaz. Kureyşlilere "biliyorsunuz ben Kisralar, Kayserler, Necaşiler görmüş biriyim. Hiçbirinin adamları onunkilerle kıyaslanamaz. Muhammed'e çok bağlılar, hürmetlerinden yüzüne bile bakamıyor, yanında seslerini yükseltmiyorlar. Ölümden pervaları yok, çatışmanızı tavsiye etmem, Pişman olursunuz yoksa."
Ona da itibar etmez, bu defa Ehâbîş reislerinden Huleys'i yollarlar.
Efendimiz ona kurbanlıkları gösterir, ki maksatları ortadadır. Ama Huleys de derdini anlatamaz. Dar-ül Nedve'de "sen Bede-vinin tekisin" der aşağılarlar.
Efendimiz ısrarla barış arar, sahabelerinden Hırâş ibni Ümeyye'yi yollar.
Kureyşliler mübareğe saldırır, devesini elinden alırlar. Ehâbîş olmasa katledecektirler hatta.
Efendimiz Hazret-i Ömer'e teklif eder "sen gitsen nasıl olur acaba?"
- Ya Resulullah emriniz başımın üstünde ancak ben cenk adamıyım, ileri geri konuşurlar dayanamam. Sizin istediğiniz barışı ancak Osman bin Affan sağlar. O halim selimdir, akrabası da çoktur ayrıca...
Efendimiz mâkul bulurlar.
Hazret-i Osman Mekke'de saygıyla karşılanır. Hatta kenarda köşede kalan müminleri ziyaret eder, ümit verir onlara.
Kureyşliler "Seni biliriz" derler "dürüst bir tüccarsın, yalan konuşmazsın. Eğer daha önce gelen iki elçiye hayır dememiş olsaydık, seni kırmazdık. Lakin civar kabileler red cevabını duydular. Şimdi korktuğumuzu sanır, alaya alırlar. Tamam, diğer iki elçiyi apar topar gönderdik ama sen istersen umreni yapabilirsin, karışmayız sana."
Fırsattır aslında...
Hazret-i Osman celallenir. "Siz ne diyorsunuz arkadaşlarım hasretle beklerken ben nasıl böyle bir şey yaparım. Ya hep ya hiç, bu işin ayrısı gayrisi olmaz."
Bu çıkış Kureyşlileri kızdırır onu hapsederler, haber kulaktan kulağa yayılır ve yanlış olarak Osman bin Affan şehit edildi şeklinde ulaşır sahabe arasına.
Semure ağacının altında...
Hazret-i Osman esir tutulunca Efendimiz arkadaşları ile istişare ederler. Sahabeler "emret savaşalım" derler. Hatta içlerinden on tanesi Hazret-i Osman'ı kurtarmak için hazırlanır.
Server-i âlem "Sizden ne söylersem uyacağınıza dair söz vermenizi istiyorum" buyururlar.
Sahabeler Efendimizin etrafında (semure ağacının altında) toplanırlar. Fahr-i âlem "isterim ki bu biat faziletinden Osman da mahrum kalmasın" der, kendi ellerini gösterirler.
Bu el Osman'ın elidir!
Buna Rıdvan biatı denir ki Kur'an-ı kerim'de feth suresinde geçmektedir.
Efendimiz "Ağaç altında bi'at edenlerden hiçbiri cehenneme girmeyecek" buyururlar.
Müminler zaman zaman kendilerini taciz eden taş ve ok yağdıran müşrikleri yakalarlar. Efendimiz gerginliği bitirmek için onları bağışlar.
Bu arada civarda dolaşan Kureyş savaşçılarından altısı esir edilir. Onları, Hazret-i Osman ve on sahabeye karşılık elde tutarlar.
Kureyş de yelkenleri indirir, alttan almaya başlar
Hazret-i Osman ve on sahabeyi geri yollar.
Mekkeliler hiç bu kadar güçsüz düşmemişlerdir, o sene yaşanan kıtlık bellerini bükmüştür. Şam'a yolladıkları kervan dönmemiştir daha.
Bakarlar Müslümanlar da kararlı. Bir daha toplanırlar. "Şu anda savaşamayız" derler, "O halde barış yapalım!"
Süheyl bin Amr başkanlığında bir heyet yollarlar.
Efendimiz Süheyl'i görünce, "İyi bilirim ne zaman barış isteseler Süheyl'i gönderirler (Süheyl'in kelime manası da kolaylık demektir ayrıca) Allaha yemin olsun ki ne şart sürerse sürsünler onlarla anlaşacağım" buyururlar.
gt; gt; gt; YARIN: HUDEYBİYE?ANLAŞMASI