Benim geldiğim sene Ronald Reagan ikinci defa cumhurbaşkanı seçilmişti. Los Angeles'te olimpiyat oyunları vardı, Sovyetler Birliği olimpiyat oyunlarını boykot etmişti. İran-Irak Savaşı devam ediyordu, ABD yine İngiltere'yle birlik olup Basra Körfezi'ne savaş gemileri göndermişti. Bu da yirminci yüzyıl Amerikan tarihinde her yılın değişmez olayı galiba! Yirminci yüzyıl ya! Ben Amerika'dayken yüzyıl da değişti, Sovyetler Birliği de yıkıldı. 1984'ten bugüne Amerika'da Çinli nüfus ve şişman nüfus arttı. Topluma şöyle bir baktığımda göze çarpan ilk iki değişiklik bu. İkisi de o kadar hızlı arttı ki?! Ortalıkta inanılmayacak kadar çok Çinli ve inanılmayacak kadar aşırı şişman insan var. Türk nüfus da bir parça arttı. Bize ait iş yerleri çoğaldı; New York ve New Jersey'de Türk mahalleleri oluştu. Türkiye ile Amerika arası, THY'nin aktarmasız uçuşları sayesinde dokuz saate indi. 1984'te en ucuzundan bir somun ekmek 93 sent idi, şimdi aynı kalite ekmek 99 sent. Asgarî ücret 3.35 dolar idi, şimdi 5.15 dolar. Bir ABD Doları 340 (yazıyla: üçyüz kırk) TL idi. Bir cihaz çıkmıştı piyasaya. Gazetelerde, dergilerde reklamları vardı. Şaşkınlıkla bakardım. Telefona benzer, telefondan biraz daha büyük bir şey. Deniyordu ki, belgelerinizi dünyanın her yerine 25 saniye içinde gönderir. Kâğıdı koyup alıcı tarafın numaralarını basıyordunuz, karşı taraftan "Gönder!" mânâsına gelen düdük sesini duyunca, bu sefer makinenizin "Yürü!" düğmesine basıyordunuz, mekanik bir cızırtı ile kâğıdınız "gidiyordu." Kâğıt gitmiyor, tabiî ki yazılar gidiyordu. Yazılar da gitmiyordu, aslında herşey yerli yerindeydi, "gidiş" işi bittikten sonra da kâğıdınız aynen elinizdeydi. Ama o anda öteki taraftaki makinenin içine depolanmış o tuhaf kokulu kâğıda yazınız basılıyordu. Yazınız birken iki oluyordu. Hem burada, hem orada oluyordu. Hayal gibi, masal gibi birşeydi. "Faks" diyorlardı adına. Yeni Dünya toprağında karşılaştığım ilk keşif bu oldu. Bir ilân daha gözüme çarpmıştı o yıl gazetelerde, dergilerde. Yüzyıldır hava şartlarının tahrip ettiği Hürriyet Heykeli çelik kafes içine alınmış, tamiratı için para toplama kampanyası açılmıştı. Daha memlekette iken her yerde göre göre âşinâsı olduğumuz o mağrur bakışlı dik başının, meşaleli kolunun fotoğrafı altına basılmış bir cümle ile başlıyordu ilânlar: "Eğer hâlâ bana inanıyorsanız, beni koruyun." O zamanlar ona inanıyordum, ama tamiratına katkı olsun diye öğrenci bütçemden ayıracak param yoktu; şimdi param var ama ona inanmıyorum. Hürriyet Heykeli, paralar toplanıp tamiratı tamamlanıp çelik kafesinden çıkalı çok oldu; ama dünya yüzünde, -hem de Hürriyet Heykeli'ni sembol ihdas etmiş devletin eliyle- hürriyetin aldığı yara o kadar derinleşti ki bağış kampanyalarıyla falan tamir olacak cinsten değil.