Haber bültenlerindeki inşaat sahnelerini gördükçe adeta kanım donuyor. Büyük şehirlerimizde bir inşaat fırtınası esiyor ki sormayın gitsin! Piyasada bazı inşaat malzemelerini bulmak bile güçleşmiş. "İnşaat sektörü" dolu dizgin çalışıyor. Bu kadar pervâsızlık, bu kadar gözü karalık insanı ürpertiyor. Kaçak inşaatların sahipleri, âmiyane tabirle, hiç kimseyi "takmıyor" pişkin pişkin gülüyorlar. Kendilerinden öylesine eminler ki! Adeta, "Biz bu yolları biliriz... Bir Atatürk fotoğrafı, bir bayrak, bir bebek, bir gaz yağı tenekesi ile meseleyi hallederiz" der gibiler. Bu işin sonu nereye varacak? İstanbul'un ilçelerinden birinin belediye başkan adaylarından biri kendi bölgesinden bahsederken şöyle bir lâf etti: "Rant için yapmıyor buradaki vatandaş, başını sokmak için yapıyor." Yani "başını sokmak için" hazine arazisine kaçak inşaat yapanların mazereti var. Onlara bir ayrıcalık tanınabilir. Korkarım bu aday kapı kapı dolaşırken de başını sokmak için kaçak ev yapanların sırtını sıvazlayıp "tapunuz benden" diye kulaklarına fısıldıyor. Başını sokmak için de olsa, rant için de olsa kamu arazisi üzerine kaçak inşaat yapmak büyük suçtur. Kenar mahallelerde iki göz de olsa, Boğaz'a nâzır tepelerde lüks villalar şeklinde de olsa suçtur. Bu suç karşısında şimdiye kadar kesin tavır alamadık. Kesin tavır alınmayınca da kaçak inşaatçılar hep cesaret buldu, "arkalandı." Zaten gecekondular artık iki göz kulübeler değil, çok katlı apartmanlar. Avrupa Birliği'ne girmek için dört dönüyoruz. Avrupa'da belediyeler izinsiz, ruhsatsız bir çivi çaktırmaz. Amerika'da da öyledir, kendi bahçenize kümes yapacak olsanız belediyeden izin alırsınız. Şehirlerimizin dört bir tarafını saran, sarmaya devam eden bu gecekondularla ve bu gecekondu zihniyetiyle Avrupa Birliği'ne nasıl gireceğiz? Güneydoğu'da teröristlerle vuruşurken ayaklarını kaybetmiş jandarma uzman çavuşa ödenen tazminat faiziyle beraber geri alınacakmış. Bu da insanın tüylerini diken diken eden bir haber. Bir yanda kamu arazilerine el koyup kaçak ev dikenlere ses edilmeyecek, öte yandan gencecik yaşında ayaklarını "toprak" uğruna kaybetmiş askerin elindeki para alınacak. Bir yanlışlık var bu işte! Bir tarafta devlet göz göre göre paha biçilmez arazilerini yağmalattırıyor, öte tarafta paha biçilemeyecek organlarını kaybetmiş gazilere verilen üç kuruşun peşine düşüyor. Bu çavuşun, kaderinde yalnız olmadığı, benzer durumda başka gazilerimiz olduğu da anlaşıldı. Ben devletin ekonomik hayattaki rolünün asgarî seviyede olmasına, devletin geçim kapısı olmaması gerektiğine inananlardanım, fakat birkaç saha hariç. O sahalardan biri de budur işte; devlet sakatlarına bakmak (ya da baktırmak) zorundadır. Hele sorgusuz sualsiz silah altına koşup devlet, vatan, millet adına vücudunun yarısını yitirmiş o genç insanlara, ya da canını vermiş gençlerin ailelerine. Bunları söylemek dile kolaydır. İnşaatının başında pişkin pişkin poz veren açıkgöz "ustalara" bakın, bir de aldığı tazminatın faiziyle geri istendiği gazilerin yıkımına. Yıkılması gereken değil de asla yıkılmaması gereken yıkılıyor. Her iki konunun da çözümlenmesini bekliyoruz.