Kriz ve vergi gelirleri

A -
A +

Bilindiği gibi geçtiğimiz hafta içerisinde Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Sayın Cumhurbaşkanı ile Sayın Başbakan arasında bir tartışma yaşandı. Bu tartışmayı da hemen siyasi ve ekonomik kriz izledi. Gecelik faizler yükseldi. Doların değeri, dalgalanmaya, bir başka deyişle serbest piyasaya bırakıldı. Cumhurbaşkanı ile Başbakanın tartışmasının siyasi krize yol açması doğaldır. Ancak bu kriz, siyasal sistem içerisinde giderilebilecek niteliktedir. Siyaset oyununun kurallarını çizen Anayasanın öngördüğü yöntemler içerisinde, mutlaka bir çözüm gelir. Ancak ekonomik kriz için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bu nedenle, bu krizin sorumlusu olarak, bu tartışmayı kimin çıkarttığı veya hangi tarafın kusurlu olduğu gibi sorularla uğraşmak anlamsızdır. Ekonomik sistem bir krizin eşiğinde olmasa idi, bu kriz çıkmazdı. Bu tartışma ile belki, dolar 15-20.000 TL yükselirdi, faizler 20-25 puan artardı, sonra yeniden siyasilerin açıklamaları ile dengesini bulurdu. Ekonomik sistemimizde kriz, zaten hazır olarak beklemekte, ancak su yüzüne çıkmak için fırsat kollamakta idi. Krize, bu tartışma fırsat vermiştir. Bu tartışma olmasa idi, başka bir bahane ile yine bu kriz su yüzüne çıkacaktı. Kriz ilk sinyallerini geçtiğimiz yaz aylarının sonlarında vermiş. Kasım 2000 krizi ile durumu ihtar etmiş, Aralık sonlarında da ikinci ihtarını yapmıştır. Ancak hiçbir tedbir alınmamış, ne döviz kuru, ne program ve ne de bütçe hedefleri gözden geçirilmiştir. Son bir yıl içinde ihracattaki artışın yaklaşık %1, ithalattaki artışın yaklaşık %40 olduğu ve dış ödemeler dengesi açığının yaklaşık 10 milyar dolar olduğu, buna karşılık Devletin net borcunun yaklaşık 50 milyar dolar, özel kesimin borcunun 30-35 milyar dolar, bankacılık kesiminin borcunun ise 20 milyar dolar olduğu bir ortamda, dövizin frenlenmesi, zaten bir hata idi. Ancak kanaatimizce, dövizin değerinin tamamen serbest piyasaya bırakılması da bir başka hata olmuştur. Kanaatimizce, Merkez Bankası gözetiminde, belli bir bant içerisinde serbestlik, daha yerinde olurdu. Bu yolla, develüasyonun kamuya ve piyasalara getireceği yük de dengelenebilirdi. Yoksa şu anda, bu yükü kestirmek mümkün değildir. Ekonomik krizin önlenmesinde en büyük etken, piyasalarda istikrarın oluşumudur. Ancak bu istikrarın oluşumu, kamunun hedeflerini, programını, büyüklüklerini net bir şekilde ortaya koyması ile sağlanabilir. Ancak, kriz senaryoları olmayan, her hangi bir olası kriz anında programı, bütçeyi ve hedefleri nasıl revize edeceği ve yönünü nasıl çizeceği konusunda hazırlıklı olmayan ekonomi yönetimi, krizin başlamasından sonra oluşturduğu belirsizlikler ortamı ile bu krizi adeta sürdürmektedir. Dalgalı kur politikasının açıklanmasından bu yana geçen zaman içerisinde, programın ve bütçe hedef ve büyüklüklerinin nasıl revize edileceği yönünde, hâlâ bir açıklama yoktur, belirsizlikler sürmektedir. Böylesi bir kriz sanki kendiliğinden ve aniden, hiç bir sinyal vermeden gelmiş gibi, ekonomi yönetimi hâlâ görevine devam ediyordu. Oysa kamunun her hareketinin sorumluluk bilinci altında yapılması gerekir. Bu sorumlulukta, başarılı olamayanların, güven ortamının oluşturulabilmesi için verdikleri sözleri tutamayanların, bu görevlerini yeni kişilere bırakmaları, demokrasinin en önemli özelliklerindendir. Bu söylediklerim, hem siyasetçiler, hem de bürokratlar içindir. Nitekim IMF dahi, Cottarelli'yi görevden almayı tartışmaktadır. Oysa biz, krize geldiğimiz kişilerle, krizden çıkmaya çalışıyoruz. Şu andaki kriz, bütçeye gelen yükleri de arttırmıştır. Dış borç tutarı, en iyimser hesapla 27 katrilyon lira artmıştır. Doların yükselmesi, başta petrol fiyatlarını arttıracak, petrole bağlı bütün ürünler zamlanacak, manav dahi, nakliye arttı diye ülkemizde yetişen domatesin fiyatını arttıracaktır. Artacak enflasyon oranı, memura ek zam verilmesini, zorunlu kılacaktır. Bu şekilde girdi fiyatları artan bütçenin, açık miktarı yükselecektir. Bütçe açığının yükselmesi, borçlanma gereğini arttıracaktır. Zira bu güne kadar, taahhüt edildiği gibi, bir harcama reformu yapılamamış, zaten kamu harcamaları disipline edilememiştir. Siyasi iktidarlar, harcama reformlarını hep, sadece "tasarruf genelgeleri" olarak anlamışlar ve dolayısıyla bu noktada başarı sağlayamamışlardır. Kamu kesiminin borçlanma gereğinin artmasının önüne geçilmesi, artan bu gereğin kamunun öz gelirleri, bir başka deyişle "vergi" gelirleri ile finanse edilmesi zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Kriz öncesinde bile kamu harcamalarına yetemeyen vergi gelirleri ile yeni yüklerin finanse edilme ihtimali hiç yoktur. Ancak, hayat standardı ile bakkalı, manavı hedef alan, ücretlilere nasıl olsa kaçıramazlar diyerek yüklenen, %1000-2000 aralığında faiz geliri elde edenleri görmezden gelen bir vergi sistemi ile, bu amacın sağlanmasının imkanı da yoktur. Bugünkü sistemde, işletmelerde şimdiden oluşan kur farkı zararları dolayısı ile vergi alma olanağı da kalmamıştır. Hantal, yeterince etkin olmayan bir denetime sahip, kendi iç sorunları ile uğraşan, personeli geçim sıkıntısına boğulmuş bir vergi idaresi ile de, bu amaca ulaşma imkanı hiç yoktur. Ortamın getirdiği yüksek faizle ve yeni borçlanmalarla, kamu kesiminin finansman ihtiyacını çözmek yerine, çağdaş bir vergi sistemi ve idaresi ile bu ihtiyacı öz gelirlerle gidermek, yeni krizlerin önlenmesinde önemli bir adım olacaktır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.