Yeniden yapılanmak gereği

A -
A +

Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş'in önderliğinde hazırlanan ve Türkiye'nin tarihinde yaşadığı en büyük ekonomik krizi aşmasında kullanılacak ekonomik program, bilindiği gibi, 14 Nisan günü "Türkiye'nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" gibi iddialı bir adla açıklandı. Sonra Sayın Derviş, bu programın uygulanabilmesi için gerekli dış desteği bulmak üzere yine yurt dışına gitti. Program önce geçmişin hatalarını göz önüne dürüstçe koydu. Üretmeden tükettiğimizi, tasarruf yapmadan, sanayileşmeye öncelik vermeden para ile para kazanma peşine düştüğümüzü söyledi. Siyasetçiye, esnafa, köylüye, çiftçiye, mevcut bazı iş sektörlerine olmayan kaynakları aktardığını bunu da kamu bankalarına yıktığını, siyasetçinin kamu bankalarındaki mevcutları ve hatta mevcut olmayanları dağıttığını, kamu kaynaklarının müsrifçe harcandığını söyledi. Yine program, bütün bu harcamaların bir bütçe ve harcama reformu yapılmaksızın denetimden uzak şekilde yapıldığını açıkladı. Yine program harcanan kaynakların, kendi öz kaynakları olmadığını, devlet tahvili veya hazine bonosu basarak borçlanarak elde edilen kaynaklar olduğunu, bu borçlanma karşılığında elde edilen kaynak olduğunu, borçlanma dolayısıyla enflasyonun üzerinde yüksek faiz ödendiğini, bu faizlerin de yine borçlanarak ödendiğini söyledi. Devletin enflasyonun çok üzerinde faiz vermesi sonucu, herkes yatırım yerine devlete borç para verme ve bu yolla yüksek ve vergisiz kazanç sağlama peşine düştüğünü, bankaların yurt dışından ucuz dövizle borçlanarak sonra yüksek faizle devlete borç vererek kazanç sağlamayı temel bankacılık faaliyeti haline getirdiğini bu yolla açık pozisyonların büyüdüğünü, yine program söyledi. Bir anlamda devlet, kendi öz eleştirisini, parti ayırımı gözetmeksizin ve siyaset bulaştırmaksızın yaptı. Bu doğruydu. Çünki 1980 sonrası iktidara gelen bütün partilerin izlediği politikalar için bu eleştiriler geçerliydi. Program böyle bir ekonomik yapının süremiyeceğini, elbet bir gün patlayacağını, izlenen ekonomik politikaların bu patlamayı ancak 2000'li yıllara kadar tutabildiğini gösterdi. Çözüm olarak Türkiye idaresinin çağdaş bir yapıya kavuşturulması gerektiğni, siyasetçinin ekonomik kaynaklar üzerinden el çekmesi gerektiğini kamu kaynaklarının kullanılmasında siyasetçinin oy kaygısı ile hareketini önlemek üzere bağımsız idari otoritelerin oluşturulması gerektiğini ve en önemlisi şeffaflık ve denetim müesseselerinin yerleştirilmesi gerektiğini söyledi. Bütün bu oluşumda tek kusurlu, siyasetçi miydi. Bu öz eleştiriyi herkesin yapması gerekir. Siyasetçiyi uyarmayan, siyasetçinin her dediği hukuki ve ekonomik verilerin süzgecinden geçirmeyen bürokratın kusuru yok mudur. İzlenen politikalara "eyvallah" diyen Ekonomi Üst Düzey yönetimini oluşturan müsteşarların kusuru, hiç mi yoktur. En önemlisi, verdiği vergilerin nerelere harcandığını izlemeyen kamu kaynaklarının har vurulup harman savrulmasında ses çıkarmayan ve hatta savrulmadan "bende ne pay kaparım"ın peşine düşen kişilerin veya menfaat gruplarının kusuru, azımsanabilir mi? Geçtiğimiz günlerde mümtaz sanatçılarımızdan Hülya Avşar, Beyaz ve Mehmet Ali Erbil'in, ödedikleri vergilerin nerelere harcandığını bilme haklarını vurgulayan demeçlerini gazetelerde okuduk. "Günaydın" demek geliyor içimizden. Yüksek vergi ödeyince bağır, sonra sus. Bakalım haklarını izleyecekler mi. Bütün eleştiriler, maalesef doğruydu. Şimdi yapılması gereken, bugün eleştirilere göre Türkiye'nin idari ve ekonomik yapısını yeniden yapılandırmaktır. Ancak bu yeniden yapılandırmayı yapacak olan da, yine siyasetçidir. O nedenle siyasetçinin, devlet kaynaklarından el çekip, ülkenin yeniden sadece siyasal değil ekonomik anlamda da demokrasiyi gerçekleştirdiği çağdaş bir yapılandırma gereğinin bilincine hızla varması gerekmektedir. Önce kendisinin değil, vatandaşın haklarına saygı gösteren çağdaş usullerle hızlı ve şeffaf bir şekilde çalışan ve denetim mekanizmaları çalışan bir idari yapı, bu gün hemen herkesin özlemidir. Borçla değil, vergi adı verilen kendi öz kaynağı ile dönen, kayıt dışını kavramış ve vergi yükünü adil bir şekilde dağıtan, teşviklerle kayırmacılığı bir tarafa bırakmış bir vergi sistemine sahip olmamız, yine hemen her kesin özlemidir. Dış mali kaynaklar dahi bizden bıkmıştır. Türkiye ekonomisinin bir kez daha kriz içerisine düşerse, tekrar mali yardım sağlanmıyacağı, ülkemize açıkça ifade edilmektedir. Bu ortamda ülke, siyasetçisine yine güvenmektedir. Siyasetçinin bilince hızla vararak gereğini yapacağına, yine inanmaktadır. Bu, bu yönde kötüye kullanılmaması gereken bir inançtır. Başta demokrasi olmak üzere, hiçbir siyasal rejim, vergi adı verilen kaynağı ikinci plana itilip, borçla finanse edilemez. Vergi alabilmek ise herkesin üzerine uzlaşacağı, kayıt dışını kavramış, vergi yükünü adil bir şekilde dağıtan, belge düzenini kurmuş, ekonomik yapı ve gelişmelere uyarlanmaya açık, bürokratik hantallıktan arındırılmış adil bir sistem ve bu sistemi uygulayabilecek çağdaş bir idareyle mümkündür.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.