Aslında çok zenginiz

Sesli Dinle
A -
A +
Ülkemiz topraklarının altı da çok değerli, üstü de...
 
Topraklarımızda binlerce çeşit bitki üretiliyor ama 'kuru dalı diksen meyve verecek' kadar değerli milyonlarca dönüm toprağımız ekilmeden bekliyor ya da parçalandığı için değerlendirilemiyor. Topraklarımızın altı deseniz, ışıl ışıl parlıyor. Bambaşka bir değer. Onlarca maden var. Altın, gümüş, bakır, boraks, mermer, perlit, krom, kuvars, linyit ilk aklıma gelenler...
 
Mesela toprak altında şu anda tahmin edilen 6.500 metrik ton altın var...
 
Hesapladığınızda, bugünkü değerlerle müthiş rakamlara tekabül ediyor ve her gün yeni rezervler ortaya çıkıyor. O rezervlerin yüzde 1'i bile gün yüzüne çıksa, ne cari açık kalır, ne bütçe açığı, ne borç... Çünkü altın bütün dünya için en önemli değerlerden biri ve sonsuz değil, tükenmekte olan bir maden.
 
Biz Türk insanı olarak altın seviyoruz. Son 10 yılda tam 134 milyar doları altın ithalatı için ödemişiz. Son 1,5 yılda altın ithalatı için 40 milyar dolarlık döviz ödemişiz. Evet, işleyip ihraç ettiğimiz altın da var ama bu, ithalata ödenen tutarın sadece dörtte birine karşılık geliyor ve altın sebebiyle büyük cari açık veriyoruz. Bu nedenle hükûmet altın ithalatına sınırlama getirdi ama asıl çare üretimde.
 
Ülkemizin önemli krom madenlerinden birini işleten Çevik Grup'un CEO'su olan, genç yaşına rağmen İstanbul Maden İhracatçıları Birliğinin (İMİB) Yönetim Kurulu Üyesi olan M. Selçuk Çevik şöyle diyor: Hem kamuoyuna hem de ekonomi yönetimimize hatırlatmak isterim ki, Türkiye'nin altın madenleri var. Daha önce söylediğim bir söz var. "Sondajı vuralım, geleceği kuralım" demiştim bir yazımda. Ülkemiz geniş maden yataklarının üzerinde bulunuyor ve bu madenler keşfedilmeyi bekliyor. Madencilikte ne kadar AR-GE yaparsanız o kadar cevher keşfedersiniz. Tıpkı Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Dr. Berat Albayrak döneminde başlatılan doğalgaz çalışmalarının bugün sonuç vermesi gibi. Yine Anadolu'nun doğu bölgelerinde hızlandırılan petrol arama çalışmaları gibi. Madenler açısından ne kadar çok arama yaparsak, verimli cevher damarı bulma ihtimalimiz de o kadar artar. Fakat sondaj vuracak teknik eleman bile bulamıyoruz...
 
Madencilik sektörümüzün önde gelen simalarından Mustafa Selçuk Çevik böyle diyor ama ülkemizde her "maden" denildiğinde çok büyük bir kesim toptan ayağa kalkmaya hazır hâlde bekliyor. Evet, topraklarımız değerli. Su da hayat demek. Ama topraklarımızı kirletmeden, ağaç varlığımızı yok etmeden, sularımızı koruyarak madencilik yapmak mümkün. Madencilik sektörünün çok önemli isimlerini yakından tanıyorum. Mesela İMİB Başkanı Rüstem Çetinkaya... Dünyada madencilik yapılan ülkelere tek tek giderek tarım ve madenciliğin nasıl birbirini ezmeden, yok etmeye çalışmadan, birbirini anlayarak yapıldığını gösteren örnekleri alıp getiriyor. Ülkemizde toprağı, ağacı koruduğunu iddia eden kesimlere nasıl en iyisinin yapılabileceğini anlatmak için çağrı yapıyor. "Toprağın altı da bizim, üstü de. Toprağın altındakini çıkarırken üstünü de yine biz koruruz, koruyacağız" diyerek çırpınıyor ama sesini tam olarak duyurabildiğini söylemek çok da mümkün değil maalesef. Hâlbuki bir maden işletmesini örnek alalım... Onlar madeni işletirken kestiği ağaçların en az 4-5 katını dikiyor o sahayı kapatırken. Her metrekare için Orman Bakanlığına çok büyük bedeller ödüyorlar. Kullandıkları araziye ödedikleri kira ise, o arazinin satış değerinin 20 katını falan buluyor. Su derseniz, onlar suyu da kirli hâlde doğaya bırakamaz, arıtmak zorunda. Üç ayaklı bir mecburiyet bu. Birincisi o sular, o çevre onların da aynı zamanda... İkincisi kanuni zorunluluk arıtma. Aksi hâlde büyük cezalar var. Üçüncü sebep de o sular arıtılırken çok miktarda maden de elde ediliyor...
 
 
 
Doğalgazın ne kadarını
devlet ödüyor sizce?
 
Son ayların en çok konuştuğumuz konusu hayat pahalılığı. Hâl böyle iken düşük faiz, yüksek büyüme olarak süregelmekte olan politikanın yerine, moda deyimle 'ortodoks politika' izleyeceğini, yani klasik yöntemle kararlar alacağını vadeden yöntem devreye alındı. İşin başına gelen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek yönetimindeki ekonomi yönetimi, iki hafta evvel gıda hariç neredeyse bütün tüketim ürünlerinde vergi oranlarını artırdı. Vergi artışının yanı sıra petrol fiyatı ve dolardaki yükselişle birlikte 37 lirayı bulan akaryakıt fiyatı sebebiyle iğneden ipliğe her şeye zam gelmiş oldu. Bunun ardından dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki oranı daha çok tartışılmaya başladı. Rakamlar gösterdi ki, dolaylı vergilerin payı 1990'da yüzde 48'lerdeymiş. 2000'de ise oran yüzde 59'a fırlamış. 2004'te yüzde 69'a yükseldikten sonra yüzde 61,3'e gerilemiş. 2021'te yüzde 64'e çıkmış ve şu anda yüzde 62,2 seviyesinde. Rakamlar bu seviyelerde ama asıl konuşmamız gereken, bütün yükün tüketicinin üzerinde olmasında... Evet, şirketlerin de yükü ağır ama neden o şirketin sahibinin arabasının, benzininin bedeli, çalışanına verdiği yemek ve giyim yardımı, hatta şirketin türüne göre kuaför faturasını, yaptığı iyiliğin bedelini bile vergiden düşerken, tüketici neden çaresizliğiyle baş başa? Ya da neden Anadolu’nun ücra bir köşesindeki evde yanan ampul için ödenen elektrik ile, yalılarda tüketilen elektriğin faturası neden aynı? Neden daha iyi ısınmak için bir odasının peteğini kapatan dar gelirli ile rezidanstaki doğalgazın vergisi aynı? Malum devlet doğalgazın yaklaşık yüzde 70'ini sübvanse ediyor. İşte tam burada toptancılıktan vazgeçilmeli. O rezidanstaki doğalgazın yüzde 70'ini benim vergimle ödememeli devlet. Benim vergim, diğer dar gelirlinin gazının tamamını ödemeye gitsin ama rezidansta oturanlar tişörtle dolaşacak diye onun gazının vergisini ben ödemeyeyim.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.