Bir acı kahve

Sesli Dinle
A -
A +
Yıllar önceydi... Rusya'da dev bir gıda fuarı var, Türkiye'den onlarca firma katılım göstermiş, yaklaşık 3 bin Türk iş adamı ve şirket yetkilisi, çalışanı için, o ülkenin önemli otellerinde yüzlerce oda kiralanmıştı; hem de ortalaması bir hafta olan süreler için...
 
Ben de Hububat, Bakliyat, Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği'nin davetlisi olarak katılmıştım bu önemli fuara. İşin büyüklüğü, haber konusu, gıda ihracatında kopan fırtınalar falan derken müthiş bilgiler koyup gelmiştik sepetimize… İşte o seyahat sırasında “Bu bir gıda fuarı. Her otelde yüzlerce Türk var, herhâlde Türk kahvesi ve demleme çay da vardır” diye düşünerek "Ne içersiniz" diye soran garsona gayet makul bir istek gibi geldiği için "Türk kahvesi" dedim. Genç garson pek anlamadı tabii. Sonra şefi geldi.
 
Neyse ki o Türkiye'ye geldiğinde denemiş Türk kahvesini ve hatta sevmiş de gelirken bir cezve, 2 fincan almış kendisine ama evindeymiş tabii...
 
Konuşmalar, yeni fikirler şakalar ve bazen de acı kabullenişler, duruma şahit olanlarla devam ederken, fuardaki bir kahve üreticisinin yetkilisi de katıldı bize. "Kahve var da cezve yok yanımızda" dedi. Şef garson azmetti malum... "Olsun" dedi, ben pişireceğim kahveyi. Neyse, kahve geldi, şef garson bir şekilde kahvemi yaptı, yaklaşık 3 bin kilometrelik uzaklıkta bazı iş adamları ve gazeteci arkadaşların da eşlik ettiği ritüelimi tamamladım ve döndüğümde "Türk Kahvesi İstiyorum" başlıklı bir yazı yazdım.
 
O yazıda özetle "Bu fuarlar, binlerce Türk iş adamının katılımıyla yapılıyor. O Türkler fiyatları şişirilmiş, katlanmış otellerde yüzlerce oda kiralıyor ama 'kardeşim, ben Türk kahvemi isterim' deyip diretmiyor” dedim...
 
O günden sonra da yurt dışında gittiğim her otelde, her restoranda; “Maalesef” cevabını duyacağımı bile bile Türk kahvesi istedim ve hatta birisinde "Türk kahvesi yok ama Yunan kahvesi vereyim" esprisiyle de karşılaştım; niyetimi anlayan garsonun ama hâlâ yok, yine yok…
 
Birkaç gün önce Eczacıbaşı Vitra'nın davetiyle gittiğim yurt dışı seyahatinde de aynı şekilde Türk kahvesi isteme inadımı sürdürdüm. Hatta garson kıza “Gün sonu raporunda birkaç misafirinizin ısrarla Türk kahvesi istediğini not edin” diye de tembihledim. Neyse ki o da Romanyalıymış da, beni çok çok iyi anladı…
 
Evet, gerçekten... Türk iş adamları dünyanın her yerinde. Türk kahvemiz de özelimiz, değerlimiz. Geceliğine onca para verdikleri otelde, istediği anda Türk kahvesini, demleme çayını içebilme rahatlığına sahip olmalı bence... Nasıl İtalya'ya özgü espresso makinesi her otelin her odasında varsa, o odalarda nasıl 'İngiliz kahvaltı çayı', bilmem kimin Early Grey çay çeşidi bulunuyorsa, o otelde hem demleme çay hem de Türk kahvesi olmalı...
 
Bunun için Arzum'un Yönetim Kurulu Başkanı Murat Kolbaşı'nın çabalarını biliyorum aslında. Özellikle 2013 yılında UNESCO tarafından 5 Aralık tarihinin 'Dünya Türk Kahvesi Günü' olarak ilan edilmesinde de büyük katkısı var. O günden sonra birçok ülkede Türk kahve kültürüne yönelik çok sayıda etkinlik düzenlenmesinde de etkili Murat Bey. Fakat ben bugüne kadar Türk dünyası ülkeleri dışında kahvemizi göremedim. Kampanya güzel, etkinlik değerli ama sonuç elde edilmesi için bence otellerle, kafelerle bire bir görüşülmesi, hatta onlara ilk etapta o makinelerin, kahvenin hediye edilmesi şart denecek kadar gerekli...
 
Unutmadan... Kahve hızlı pişirilirse acı oluyormuş. Vakti fazla olmayıp, geçerken uğrayanların acelesini ifade etmek için söylediği sözmüş bu: Bir acı kahveni içerim...

Yılda 7 ağaçdikiyor musunuz?

Dünyayı nasıl hızla bitirip tükettiğimizi daha acı şekillerle görüyoruz artık.Eskiden köprüler yıkan yağmurlar vardı; şimdi altından su akmayan köprülerimiz var...
 
Eskiden 8-10 metre kazsanız su fışkıran arazilerde, 700-800 metreye kadar inseniz de su bulamıyorsunuz.
 
Aşırı ve bilinçsiz sulamadan göllerimiz kurudu, önce bataklığa, sonra kurak toprağa dönüştü...
 
Dev barajlarımızda su kalmadı, buralar otlağa döndü.
 
Uçsuz bucaksız ormanlarımız kesildi, yandı, kurudu, ağaçsız kaldık.
 
Bu hoyratlıkla devam edersek, çok değil, 30 yıl sonra susuzluk çekmeye başlayacak ülkemiz. Bunun için belediyelerin sırf siyasi rant uğruna suyu ucuzlatmasına şiddetle karşı çıkmalıyız. İçilecek kadar kaliteli sularımız, sokaklarda boşa akıtılmamalı, bu içme suyuyla araba yıkanmamalı.
 
Biliyor muydunuz; kullandığımız kâğıt ve kâğıt ürünleriyle her birimiz yılda 7 ağacın kesilmesine sebep oluyormuşuz!.. Onun için her birimiz yılda 7 ağaç dikmiyorsak, ormanlarımızı yok ediyor, o ormanların getirdiği yağışları azaltıyor ve kendimizi bile bile susuzluğa sürüklüyoruz demektir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.