HADİCE VALİDEMİZİN BECERİKLİ KÖLESİ MEYSERE

A -
A +
İlk mola yerinde Fahr-i Kâinata değerli elbiseler uzatır ve "hanımefendinin emri" der, "bunları giymenizi arzuluyorlar..." Hüveylid kızı Hadice (radıyallahü anhâ) Mekke'nin en asil ailelerinden birine mensuptur ki nesebi, Kusay'da Aleyhisselatü vesselam Efendimiz ile birleşir. Daha önce iki defa evlenir Atîk bin Azîz'den bir kızı, Ebû Hâle Hind b. Zürâre et-Temîmî'den de bir oğlu dünyaya gelir. Güçlüdür, zengindir, sahibi olduğu kervanlar ülkeler ötesine gider gelir. Köleleri kâhyaları mümtaz insanlardır, hepsi de işlerini iyi yaparlar. Onlara müşfik davranır, fikirlerini sorar. Bu yüzden olacak hanımlarına ölümüne sadıktırlar. Hazret-i Hadice'nin servetine servet, gücüne güç katarlar. Kureyşliler bu merhametli kadını "temiz" manasına gelen "Tahire" büyük manasına gelen "Kübra" adıyla anarlar. Eh böylesi güzel, asil, zengin, cömert biri ile yuva kurmak isteyen çok olur, ancak kapısını çalanların hiç biri yüz bulamaz. O devirde Mekke'de bir kadının, hele hele dul bir kadının bir başına yaşaması anlaşılamaz. Mutlaka evlenmeli, bir erkeğin gölgesine sığınmalıdırlar. İyi ama 'desinler ya da sussunlar' diye de evlenilmez ki? Hem evlenmeli midir acaba? Rüya İşte o günlerde bir rüya görür... Ay gökyüzünden inmiş göğsüne girmiştir. Nuru kollarından çıkmakta ortalığı ışıl ışıl aydınlatmakta. Yeryüzünü yuyup yuyup yıkamakta. Rüyanın verdiği hazla uyanır ve o anı uzun süre unutamaz. Unutulacak şey de değildir aslında. Gider amcasının oğlu Varaka bin Nevfel'e sorar. Varaka çok okumaktan gözlerini kaybetmiş bir alimdir. İbranice'yi iyi bilir, tahrif edilmiş de olsa Tevrat ve İncil'e hakimdir. Putlardan ve putperestlerden hoşlanmaz, bunu saklama gereği de duymaz. Varaka, rüyayı "Anlaşılan o ki ahir zaman Peygamberi dünyaya geldi" diye tabir eder, "Ya Hadice; sen onunla evlenecek ve iman edeceksin. Bu din cihana yayılacak, nuru âlemi dolduracak!" Müjdenin güzelliğine bak. Böylesi bir tacı kimin başına korlar? Hazret-i Hadice sırrını bin düğüm vurup saklar, kimseciklere açmaz. O günden sonra daha fazla okur, Hatem-ül Enbiya'ya dair bilgiler toplar. Yapılacak tek şey beklemektir, müstakbel eşi, o büyük nebi kim olabilir ki? Kervan Server-i Kâinat 25 yaşlarındadır. Halası Atike ile amcası Ebû Talib onu nasıl evlendirebileceklerini konuşmaktadırlar. Bakın şu işe ki o günlerde elleri dardır, biricik yeğenlerine öncelikle para kazandıracak bir iş bulmalıdırlar. Para kazandıracak bir iş... Mekke'de bunun tek yolu vardır. Kervancılık yapmak! Hazret-i Hadice dahi Şam'a göndereceği kervanının başına güvenilir birini aramaktadır ki kapı çalar. Gelen Atike haladır, onu "Hoş geldiniz Arabın Hanımefendisi" diye karşılar. Atike Hala birkaç nezaket cümlesinden sonra mevzuya girer, biricik yeğeninden, adı güzel Muhammed'den söz açar. "Artık vakti geldi" der, "Onu evlendirmeliyiz. Lâkin düğün yapacak kudretimiz yok, Şam'a bir kervan göndereceğini duyduk. Eğer bu işi ona verebilirsen minnettar kalırız sana." Zahire bakarsanız o rüya ile bu iş talebi arasında bir irtibat yoktur ama Hadice validemizin kalbi yuvasına sığmaz. Adeta kuş olur, çırpınmaya başlar. Ne duyar, ne hisseder bilemiyoruz ama nuru ile cihanı aydınlatacak olan peygambere dair izler yakalar. "Muhammed'in methini çok işittim" der, "Ücretini de ziyadesi ile veririm. Ama yine de görüp konuşmam lâzım, bilirsiniz herkes kervan idaresini başaramaz!" Karar Görür ve konuşur. Tevrat ve İncil'de Hatem-ül Enbiyaya dair ne kadar işaret varsa onda bulur. Artık rüyasının Muhammed'ül Emin'le alakalı olduğundan adı gibi emindir. Onunla mutlaka evlenmeli, son peygambere hanım olma şerefine erişmelidir. Emirlerin meliklerin peşinde koştukları Hadice, kararını vermiştir. Lakin renk vermez, Atike Halaya ücreti söyler. Kervan hazırlanırken Habibullah'a bir elbise gönderir ki benzerleri her yerde satılan alelade bir şeydir. Ancak bundan başka sultanlara yaraşır bir elbise yaptırır ve gösterişli bir deveyi süsletip donatır. Marifetli kölesini kenara çeker. "Bak Meysere!" der, "Kervan Mekke'den uzaklaşıncaya kadar Muhammed-ül Emin yol elbisesini giyecek ve devesini kendi sürecek. Ama şehirden uzaklaşınca O'na şu elbiseleri hediye ettiğimi söyleyecek, giymesini rica edeceksin. Onu süslediğimiz deveye bindirecek ve yularını kendin çekeceksin. Unutma ki sen O'nun emrindesin. Onu sakın üzme, asla kırma. Gözün üzerinde olsun, tehlikelerden kolla. Kazanıp kazanmamak umurumda değil, oralarda fazla oyalanma!" Meysere anlayışlı bir insandır, sırdaştır. Efendimize gösterilen hususi alâkayı hisseder ama bundan kimseye söz açmaz. Hareket günü meydan, vedalaşmaya gelenlerle dolar. Atike Hala ve Ebû Talib asil yeğenlerini elinde deve yuları ile görünce çok üzülür, bir hoş olurlar. O zemzem kuyusunu bulan asil Abdülmuttalib'in torunu bu hallere mi düşecektir, şimdi babacığı görse ne der acaba? Ve vakit gelir, develer doğrulurlar. İri tabanlarını zemine vura vura yürür, ortalığı toza bularlar. Naralar, çığlıklar, ziller, çıngıraklar... İtibar Kervan ağır ağır uzaklaşır, vadiler arasında kaybolup çöle çıkar. Meysere, ilk mola yerinde Efendimize değerli elbiseleri uzatır ve "Hanımefendinin ricası" der, "bunları giymenizi arzuluyorlar..." O saatten sonra Fahr-i Âlem'e adım attırmaz, genç ve güçlü deveye bindirir, yularını tutar. Bu imtiyaz, bu iltifat aynı kafilede bulunan Ebu Cehil ve Şeybe'nin gözünden kaçmaz. Felaket kıskanır, hasetlerinden çatlarlar. Hatta dayanamaz Meysere'nin koluna girip kenara alırlar. Tehditkar bir üslupla, "Şu yetime bu izzet niye?" diye sorarlar, "Git ona eski urbalarını giydir. Zor işler buyur, süründür biraz!" Meysere, "Siz kendi işinize baksanıza" diye çıkışır: "Karışmayın bana!" Ancak aynı sefere katılan Huzeyme bin Hakim Sülemi (Hadice annemizin akrabalarından olur), Server-i Kâinatı öyle sever ki anlatılamaz. Bahtiyarlığa bakın ki birlikte sofraya oturur ve doyulmaz sohbetler yaparlar. Huzeyme ve Meysere harikulade hallere şahid olurlar. Mesela bir ara develerden ikisi tutulup kalır, adeta nüzul iner hayvanlara. Yol uzun zemin yorucudur. Tek çare bu ikisinin yüklerini diğerlerine üleştirmektir ama öbürleri de yorgundurlar. Kervan ufak ufak uzaklaşır, zavallılar kıpırdayamazlar. Meysere çaresizdir, panik içindedir. Ağlamaklı bir edayla, "Ya seydi" der, "mahvolduk inan!" Efendimiz telaşlanmaz deveciklerin başlarını okşar, ayaklarını sıvazlar. İçinden yanık yanık dua eder, yaradana sığınırlar. Allahü Teâlânın lütfü keremi işte, o mecalsiz hayvanlar adeta sıçrayıp kalkar. Mesafeyi kapatmakla kalmaz, kervanın önünde yer alırlar. Huzeyme de hayrete düşer, Meysere'nin kulağına "Yaz bir kenara" diye fısıldar: "Bu gencin şanı çok yüce olacak!" Hangisini anlatalım; başının üzerinde gölge yapan kuşları mı, eli deyince çoğalan aşları mı, ayağının altından fışkıran suları mı?.. Busra Eski Şam diye de anılan Busra, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış antik bir kenttir. Devasa sütunlar, saraylar, basilikalar, tiyatrolar... Kureyş kervanı şehre girmez, Rahip Bahira'nın manastırına yakın bir yerde konaklar... Bilirsiniz Bahira, Efendimizi henüz 12 yaşında iken görmüş ve Ebu Talib'i, "Yeğenin ahir zaman peygamberi olacak" diye müjdelemiştir. O vefat edince yerine talebesi Nestura geçer, o dahi son peygambere inanmakta, bir işaret beklemektedir Hicaz taraflarından... Develer çöktürülür, yükler indirilir. Efendimiz bir ara kurumuş bir zeytin ağacın altına otururlar. Ağaç yeşeriverir, dallar meyveye durur. Çevrede bulunan çalılar da filizlenir, zümrüt zümrüt donanırlar. Suda büyüyen halkalar gibi yayılan bir yeşillik düşünün. Bu fevkaladelik Rahip Nestura'nın gözünden kaçmaz. Hızla aşağı iner ve Efendimize koşar. - Lat ve Uzza hakkı için adını bağışla - Bundan ağır bir söz söylenmemiştir bana! Evet bu O Putlardan hoşlanmaması hayra alamettir. Bahira'nın bahsettiği Resul karşısında mıdır yoksa? Meysere'ye sorar: "Gözündeki kırmızılık hep var mıdır?" - Vardır. - Hiç mi kaybolmaz? - Hiç kaybolmaz! Bir elindeki kağıda bakar, bir Fahr-i Âlemin gül yüzüne dalar. Edeple gelir huzurunda durur ve "İsa aleyhisselama İncil'i gönderen Allah hakkı için söylüyorum ki sen son Peygambersin" der: "Ah, vahiy indiği günlere erişsem de hizmetinde bulunsam." Sonra Meysere ile Huzeyme'yi kenara çeker, "Biliyor ve inanıyorum ki Muhammed düşmanlarına galip gelecek. Ama yine de Şam'a gitmenize razı olamam, zira Yahudilerin sataşmasından korkuyorum ona!.." Meysere, Hadice'nin emrini hatırlar, "Bir an önce dön, fazla oyalanma!" Malları Busra pazarında satışa çıkarır, iyi de kâr yaparlar. Müjdeci Busra'da ne kadar kalırlar bilmiyoruz, satılacakları satar, alınacakları alır, Şam'dan dönen kafileye katılırlar. Mekke'ye üç fersahlık bir mesafe kalmıştır ki Meysere develerden birini kumaşlarla halılarla donatıp Efendimizi bindirir ve "Haydi git" der: "Sağ salim geldiğimizi müjdele hanıma!" Ebu Cehil yanlarında biter: - Peki bu kumaşlar, halılar nereden icap etti şimdi? - Hanımefendi cömerttir, ihtimal onları Muhammed-ül Emine verir. - Ama niye Muhammed? Yol bilmez, iz bilmez, başkasını yollasan ya! - Bu benim işim, sen karışma. Doğrusu şu ki Efendimiz havaliyi diğerleri kadar tanımaz, hem yola çıkınca nasıl bir uyku basar anlatılamaz. Ancak Allahü Teâlâ, Cebrail aleyhisselamı yardımına yollar, üç günlük mesafeyi bir anda alırlar. Hazret-i Hadice son günlerde cariyelerini yanına alır, evin damına çıkar... Sabırla vadileri tarar, gelen var mı diye bakar. Ve bir gün müjdeciyi görür, evet bu o olmalıdır, zira iki kuş kanatlarını açmış gölge yapmaktadır. Allah'ın Habibi kapıyı çalar, mektubu uzatırlar. Meysere az ve öz yazmıştır: "Hanımefendi, Muhammed'ül Emin'in bereketi ile kazancımız umduğumuzdan fazla oldu. Size anlatacak çok şeyim var. Köleniz..." Hadice radıyallahü anha cevaben bir mektup yazıp, Peygamberimize verir. Deveyi mi? Ziynetleri ile birlikte müjdeciye bağışlar. Efendimiz mektubu alır ve aynı gün içindeki kervana ulaşır. Onu uzaktan gören Ebu Cehil pek sevinir, Meysere'ye "Beni dinlememekle hata ettiğini anladın di mi. İşte yolunu şaşırmış, dönüyor geri!" Ancak Peygamberimiz cevabi mektubu uzatınca şaşar kalır, "İnanmıyorum" der: "Olamaz! Bu sürede bu mesafe alınmaz!" Sırf Efendimizi yalancı çıkarabilmek için kölesini Mekke'ye yollar. Ancak adı geçen köle Hazreti Hadice'ye müjde verip bahşiş isteyince hakikat ortaya çıkar. Ebu Cehil hadiseyi kabul etmez, iplere unlar serer, çamurlara yatar. Kervan Mekke'ye girerken Hadice validemiz pencerededir. Gözü, Efendimize takılır. Fahr-i Kâinatın alnında nur parlamaktadır ayan beyan. Busra'dan derlenen mallar da çabucak müşteri bulur, öyle para kazanılır ki hesaba sığmaz. Sisli yıllar Hadice validemizin, bilahare Efendimizle (Sallallahü aleyhi ve sellem) evlendiklerini biliyorsunuz. İsterseniz o kısım haftaya kalsın... Ancak şimdi haklı olarak soracaksınız? Meysere n'oldu, nerede yatar? Öyle ya onun gibi sadık birinin ilk Müslümanlar arasında yer almaması kabil midir? Peki adı niye Ammarlar, Ebu Zer'ler, Bilal'lerle anılmaz? Efendimizin tebliğe başladıkları yıllarda hayatta mıdır, yoksa diğer kervancılar gibi ıssız kuytularda mı kalmıştır? İbn-i Hacer-i Askalani Hazretleri, "el- İsâbe" kitabında Gulâm-ı Hatice Meysere hakkında, "Bi'sete yetişip yetişmediğine dair bir kayıt bulamadımsa da onu ihtiyaten sahabe-i kiram arasına yazdım" diyor. İhtiyaten... Bu çok özenle seçilmiş bir kelime... Bize de (radıyallahu anh) demek düşer o halde. "Hazret-i Meysere Radıyallahu anh!"
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.