Yarı İranlı, tam Alman KRALİÇE SÜREYYA

A -
A +

Bahtiyariler topraklarındaki petrolden parayı bulan bir ailedir. Her ne kadar kendilerini ortak sansalar da İngilizler onlara % 10 hisse verirler o kadar. İlerleyen yıllarda AngloPersian Oil Company "%3 neyinize yetmiyor" der, anlaşmaları yok sayar. İşte genç Halil İsfendiyar Bahtiyari bu yüzden Alman yanlısı kesilir ve tahsilini Berlin'de yapar. Karayağız bir delikanlıdır, para istemediğin kadar. Eğlenceye meraklıdır, gece hayatında sarışın ve neşeli Eva Karl ile tanışırlar. Yıldırım aşkı evliliğe çıkar. Evde Eva'nın dediği olur, kızları Süreyya bir misyoner hastanesinde doğar. Çocuk, 5 yaşına kadar Almanya'da büyür, Isfahan'ı gördüğünde kendini binbir gece masallarında sanır adeta. Burada da Alman okulunda okur, İran çocukları ile tanışma fırsatı bulamaz. Annesi onu kilise kilise gezdirir, noeller paskalyalar... Birlikte piyano çalarlar, aryalar maryalar. Babası kızının Fars kültüründen de nasiplenmesini ister bu yüzden bir hanım öğretmen tutar. Liseyi İngiliz mektebinde bitirir ama aldığı özel derslerden olacak üç yıl birden atlar daha 14'ünde diploma verirler ona. Sonra İsviçre Montreaux'da okur, Fransızca'yı da kıvırıp atar. Eh bu arada boylanır poslanır, talipleri kapı aşındırmaya başlar. Babası "kızımız ufak, okuycak" der, onu Londra'da bir koleje yollar. BEYAZ ATLI ŞAH Bir gün Şahın ablası Prenses Şems Londra'da biter, Süreyya'ya "takıl bana" der, yataklı bir uçakla Paris'e uçarlar. O mağaza, bu mağaza, pastaneler, restoranlar... Kızcağız 16 yaşındadır henüz, köpekler ve elbiseler üzerine konuşurlar. Uzatmayalım Şems bir punduna getirip aklındakileri söyler ve genç kızı heyecan basar. Meğer Halası Fürugzafer, o günlerde Fevziye'den ayrılan Rıza Pehlevi'ye yeğeninin resimlerini göstermiş, çöp çatmıştır aklınca. Tahran Mihrabad Havalanında onları saraylılar karşılar, hemen o akşam yemeğe çağırırlar. Her şey öylesine hızlı gelişir ki neler olup bittiğini anlayamaz. Doğrusunu isterseniz fevkalade güzeldir, üç dil bilir, kadınlar gözlerini ondan ayıramazlar. Eh serde asalet masalet de var. Ve kapıda bir ses "Dikkaaat!" Herkes ayağa kalkar. Şah havacı üniforması ile gelir (elbette generaldir) omuzlarında bir galaksi dolusu yıldız, göğsünde sıra sıra nişanlar. Annesiyle bile sizli bizli konuşan, kardeşlerine "zatı şahaneleri" diye hitap eden devletlüleri üç dakikada yelkeni suya indirir, gevezeliğe başlar. Hoşlandığı gün gibi aşikâr... Hemen o gece babasına evlilik teklifi yapılır ve acil cevap vermesi istenir. Şimdi nasıl red etsinler? Dünyada kaç tane şah var, di mi ama? ŞEHRAZAT KİM Kİ? Nişanlılık günleri hızla geçer, at gezintileri, hava turları (Şah küçük tayyaresini kendi kullanır) ziyafetler, konuklar... Gelinlik Christian Dior'dandır (yirmi kiloluk bir alamettir yerinden kalkmaz) takılar göz kamaştıranından... Düğün günü Aynalı Salon nadide çiçeklerle süslenir, yüzlerce orkide, binlerce karanfil, salkım salkım leylaklar... Neticede genç kız "evet" der ve sadece bir adam ile ailesinin değil, 20 milyonluk ülkenin ağırlığını da alır omzuna. Nasıl masal gibi değil mi? Hiç de öyle değil. Bir kere saray yemekleri ağır ve oturaklıdır, bir zaman sonra insan basit bir şeylere hasret kalır. Bir Kraliçe şöyle eline hıyar alıp kıtlayamaz. Hem saray saray dedikleri birkaç viran köşkten ibarettir, zevksiz döşenmiştir. Binalar soğuktur, kalorifer bulunmaz. Eşyalar demodedir, anlaşılan yıllardır kadın eli değmemiştir buraya. Süreyya Paris'ten bir iç mimar çağırır, adam mantıklı şeyler tasarlar. Ancak Şah "pahalı" der, mimarı yurduna yollar. Para mesele değildir ama sarayda değişiklik kolay olmaz. Görümceler (neticede onlar da prensestir) her taşın altından çıkar, kontrolü elde tutarlar. Hademeler kaşarlanmıştır, memurların nedimelerin kulağı deliktir, habire bir yerlere haber ulaştırırlar. KURTLAR SOFRASI O günlerde İran petrollerini İngilizler sömürmekte, hükümete % 15 sus payı atmaktadırlar. Ülke fakirdir, genç kraliçe halkın arasına karışamasa da arabanın camından sıska ve çıplak çocuklar görür, kerpiç evler, at arabaları, barakalar... ABD Arabistan Petrolunü Suudlarla fifty fifty paylaşırken, İngilizler % 15'te ısrarcıdırlar. Şah, Başbakan Razmara'ya güvenmez, başkalarının hesabına çalışır zira. Nitekim Fedayiun örgütü Razmara'ya suikast yapar ve Musaddık'ın önünü açar (1950). Yeni Başbakan petrolü devletleştirip İngilizleri kovar ama rafinerileri çalıştıramaz. Koca Abadan'dan el ayak çekilir, in cin top oynar. Şah yine Batılılarla çalışmaktan yanadır, Musaddık ise "aç kalalım ama yabancıları yaklaştırmayalım" der, kuyruğu dik tutar. İPTEN ALIRLAR Sonraki günler karşılıklı restleşmelerle geçer, iki taraf da darbe hazırlığı yapar. İlk vuran Musaddık olur, Şah ve Süreyya küçük bir tayyare ile Bağdat'a kaçar, sonra İtalya'ya sığınırlar. Süreyya zor anlarında kocasına destek olur, "sen kazanacaksın" der, "yıkılma!" Halbuki Dışişleri Bakanı "Pehlevileri asmalı" diye nutuklar atmaktadır o sıra. Tudehçi komünistler ortalığı kırıp dökmektedirler, gasp, darp, yağma.... Şah iktidardan vazgeçmiştir, ufak bir çiftlik alıp domates biber yetiştirmeye hazırlanırken haber gelir: "Musaddık devrildi, Zahidi Başbakan!" CIA'nin işleridir bunlar. Amerikalı General Schwarzkopf sadece Razar pazarında 6 milyon dolar dağıtır, halkı peşine takar. Musaddık idama mahkum edilse de Rıza Pehlevi onu bağışlar. Evet farklı düşünür ama hırsız değildir, ülkesinin yükselmesini arzular en azından. Şimdi hamle zamanıdır, Şah önce toprak reformuna girişir, sonra hummalı bir imar faaliyeti başlar. Petrolü yeni bir anlaşma ile Amerikan, İngiliz, Fransız ve Flemenk firmalarından oluşan bir konsorsiyuma bırakır, kârdan kemiksiz % 50 alırlar. Vergiler de caba... Süreyya ise yardım sandıkları kurar, bağışlar toplar. İranlıları açıp saçmakta kararlıdır, kız çocuklarını yaz kamplarında toplar, birlikte plajlara yayılırlar. Dengeleri çözebilmiş değildir henüz, halkını küçük görür, Avrupalı damarı ağır basar. Köpek ve papağan aşkı çekilesi değildir sonra, saray hayvanat bahçesine döner bir anda. Etrafında şakşakçılar, suni tebessümler, fısıltılar, mırıltılar... Adeta maskeli balodadır, bir sürü içten pazarlıklı insan... Zamanla o da rol yapmaya başlar, lafın nerelere gideceğini öğrenir, ölçer, biçer, ince ince tartar. ŞİRİNLEŞTİREN HATA Bir imparatoriçe milli bayramlarda konuşma yapmalıdır. Süreyya radyo hitabetine çok itina etse de kekeler. Ama büyütmez gülmeye başlar, bu tavrı halka sempatik gelir, buzlar erimeye başlar. Resmi ziyaretler, diplomat eşleri, verem savaş derneğinin faaliyetleri... 17 Yaşında bir kız için çok da eğlenceli şeyler değildir bunlar. Biliyor musunuz bir imparatoriçe filozof gibi hazır cevap, boksör kadar güçlü, manken gibi zarif, spiker kadar tatlı sesli olmalı ve film yıldızları gibi gülümsemelidir fotoğrafçılara. Günde en az üç elbise değiştirmelidir. Bunların ayakkabılarını, mantolarını, çantalarını, şapkalarını da düşünürseniz ciddi bir gardrop taşımalıdır yanında. Ziyarete gittiği ülkeyi ve hanedanı tanımalıdır. Bir tavuk çiftliğinde ya da çelik tesisinde kel âlâka nutukları ilgiyle dinlemek zorundadır. Saray da sadece tek dostu vardır, Fürugzafer hala! Ancak o da casus olabileceği endişesiyle uzaklaştırılınca... Kalır mı bir başına. Şah sportmendir, içki kullanmaz, ata sıkı biner, iyi yüzer, su kayağı, tenis artık na ararsan. Süreyya da erkek gibidir. Müthiş bir avcıdır meselâ. Tüfeğinden uçan kaçan kurtulmaz, öyle ki kuşları kanadından vurup canlı indirebilir pekala. Ancak sıra kurban kesmeye geldi mi hayvanseverliği tutar. Şah nispeten dindardır, kadere inanır ve mutasavvıflardan etkilendiğini saklamaz. Sakin görünür, kimseye bağırmaz. Ama dostça davrandıklarını da vazifeden alıverir, sağı solu hiiiç belli olmaz. KAÇAR ASILLI VE ANAÇ Farah Diba da Avrupai bir kadındır ancak halkına hayat tarzı dayatmaya kalkmaz. Kaldı ki annelik yönü öndedir, sadece veliahd Rıza'yı (960) değil, Farahnaz'ı (963), Ali Rıza'yı (966) ve Leyla'yı (970) da doğurur, çocuklarının üzerine titrer âdeta. İşte bu yüzden İranlılar onu "Şahbanu" unvanıyla anarlar. VELİAHT MESELESİ Şahın kardeşi Prens Ali Rıza bir uçak kazasında ölünce İran halkı işi gücü bırakır, veliaht meselesini konuşmaya başlar. Şimdi Süreyya'nın acilen bir erkek çocuk doğurması gerekir. İyi ama bu "ha" demekle olmaz ki. Nasip... Ya da vakit saat.. Baskılar hissedilir olunca Süreyya'dan "muvakkaten ayrılma" kararı çıkar, tutar anasının evine (Avrupa'ya) kaçar. İkinci bir kadına "he" diyebilse mesele yoktur ama Alman yanı ağır basar, burnundan kıl aldırmaz. Halbuki hatıralarına "Aşk doğudadır" yazar, "Batılılar kadın için fedakârlığı gülünç sayarlar. Müslümanlar 4 hanım alabilirler ama adaletle hükmetmek kaydıyla. Eğer birine bir pırlanta yüzük taktıysa, üç tane daha ısmarlamalıdır kuyumcuya. Bu herkesin haddi değildir ve çok evliliğe nadiren rastlanır o diyarda..." Süreyya, Rıza'nın "n'olur dön" diye yalvaracağını, ayağına kapanacağını sanmıştır ihtimal, lâkin böyle bir şey olmaz. Şah bir süre bekler, ses çıkmayınca defteri kapatır, boşanma kararını yollar. Düşünebiliyor musunuz dün kraliçesiniz, bugün sade vatandaş... Halbuki yürümesini bile unutmuştur, çarşıda ona buna çarpar. Karşıdan karşıya kesinlikle geçemez, kaldırımları tırmalar. Hatta küçük Opel'iyle hatalı park edince polis azarı basar, sekreteri "ama o bir imparatoriçe" diye kekelese de, adam "saçmalama" der işine bakar. Süreyya hayatı silbaştan öğrenir, benzinin biten bir şey olduğunu, ibre düştükçe istasyona girmesi gerektiğini neden sonra anlar. KENDİ DÜŞEN AĞLAR Halbuki İran sarayında her işi nedimeler yapar. Birine çay koydunuz, şeker tuttunuz çizildi karizma... Para el kiridir, bir kraliçe banknotlara dokunmaz. Beğendiğini alıp yürür, ardı sıra dolanan memurlar hesabı kapatırlar. Otel rezervasyonu, yemek ücreti, bahşiş... Bunlar pis işlerdir haşmetmaaplarına yakışmaz. Tek başına kaldığı yıllarda magazin muhabirleri musallat olur, genç kadını (25'inde bile değildir) bunaltırlar. Bazı gazeteler Süreyya muhabirliği diye bir şey ihdas eder, tek kare fotoğrafını yakalayan altına destan yazar. Yok yeni bir ilişki mi filan... Uydur uydur döşen, ucu kulpu yok ya. Bu arada Şah, kızı Şehnaz'ın bulup tanıştırdığı Farah Diba ile nikahını kıymıştır. Farah, İtalyan ve Fransız okullarından mezun olmuş zeki bir hanımdır, basket takımında kaptanlık yapar. Paris'te mimarlık okumaktadır o sıralar... Amcalarımız teyzelerimiz Hayat Mecmualarının tesirinde kaldıklarından olacak ekseri Süreyyacıdırlar. Farah'a bir türlü ısınamazlar. Halbuki Farah, Kaçar hanedanına mensup bir Türk'tür, halkının değerlerini bilir en azından. Yeni İmpatoriçe daha evlendiği yıl bir oğlan doğurur, veliahd meselesine nokta koyar. Junior Rıza yakışıklı bir delikanlı olur ama... Ama İran, Pehlevilere kalmaz! Şah Kahire sürgününde gözlerini yumar, Süreyya ise Paris'te bir apartman katında... FAZLA NAZ ÂŞIK USANDIRIR Şah Rıza Pehlevi Kraliçe Süreyya'yı çok hoş tutar, hanımının batılı alışkanlıkları tepki toplasa da sineye çekmeye bakar. Çocuk meselesini de büyütmez ancak kraliçeden muvakkat (geçici) ayrılık kararı çıkmasını anlayamaz. Ayrılık kelimesi soğuktur, inciticidir nitekim geçici de olmaz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.