1991 yılında; Amerika Batı Blokunu ve Üçüncü Dünyanın da büyük bir kısmını arkasına alarak, Irak'a karşı Körfez Savaşı (Çöl Fırtınası Operasyonu)nı başlattığında; Rusya, Sovyetler Birliği'nin dağılması sürecinin en kritik dönemini yaşıyordu... O sırada Rusya'nın kendi derdinden başka bir mesele ile ilgilenmesi kesinlikle mümkün değildi. Zira ekonomisi tam bir çöküş içinde idi. Bir zamanlar Batı'nın korkulu rüyası olan Kızıl Ordu da, darmadağın olmuştu. Yani Rusya, Sovyetler Birliği yapısı içindeki "süper güç" niteliğini kaybetmişti!.. Amerika bu fırsatı iyi değerlendirdi. 1990'dan 2000'lere kadar, "Tek kutuplu dünya"nın tek süper gücü olarak istediği gibi at oynattı. Bu zaman zarfında Rusya ülke içindeki karışıklıklarla, ekonomik krizlerle vs. uğraşmaktan kafasını kaldıramadı. Ancak son dört-beş yılda, hızlı bir ekonomik gelişme ile pek çok yönden büyük bir toparlanmayı gerçekleştirdi. Son üç yılda bütçesi sürekli fazla veren Rusya; Paris Kulübüne olan 180 milyar dolarlık borcunu, tek kalemde ödedi. Putin iktidarı süresince, siyasi, ekonomik ve askeri alanda müthiş atılımlar yapan Rusya, artık meydan okuyor... Bu çerçevede, ABD'nin bazı Avrupa ülkelerine füze kalkanı sistemini yerleştirme programına karşılık; son teknoloji ürünü olan (Ki, bunların bir kısmı ABD ordusunda bile yok...) 185 milyar dolarlık yeni silahlanma paketini uygulamaya koydu. Kısacası Rusya, yeniden eski günlerini andıran adımlar atıyor. Bunun küresel siyaset dengelerinde derin etkiler meydana getireceği şüphesizdir. Nitekim, Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin, 43. Münih Güvenlik Konferansında; "Amerika sınırları iyice aştı..." diye rest çekip; bundan sonraki dönem için, muhtemel reel politik gelişmelerle ilgili açık ve net sinyaller verdi. Putin, ABD'nin öyle her istediğinde veya aklına estiğinde; tek başına hareket edip; uluslararası hukuka aykırı şekilde başka ülkelerin egemenlik haklarına müdahale etmesine sessiz kalmayacaklarını; diplomatik üslubun hayli ötesinde bir keskin dille ifade edince, amiyane tabiriyle ortalık toz duman oldu. ABD Yönetimi ilk etapta, Putin'in bu çıkışını hayal kırıklığı ve şaşkınlıkla karşıladığını açıkladı. Daha sonra Savunma Bakanı Robert Gates, tabir yerinde ise meseleyi biraz sulandırarak ortalığı yumuşatmaya çalıştı. Konuşmasını esprilerle süslemeye çalışan Gates, kendisinin de birikiminin casusluktan geldiğini ifade ederek; casusların sözünü sakınmadan söylediğini, eski bir casus olan Putin'in sözlerinin de bu perspektiften değerlendirilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştı ve "Yeni bir soğuk savaşa gerek olmadığını, buna karşılık problemlerin çözümü için ülkelerin birbiri ile iş birliği yapması gerektiğini" seslendirdi. Ancak bu iş birliğinden kimin ne anlaması gerektiği konusunda epeyce farklı düşünce olduğu su götürmez bir gerçek... Putin doğrudan doğruya ABD'yi hedef alarak, bu ülkenin dünya barışını tehlikeye soktuğunu söyledi. Amerika'nın bazı hedeflerini gerçekleştirmek için NATO'yu kullanmasına da itiraz eden Rusya Devlet Başkanı; NATO'nun bütün dünyayı temsil etmediğini, dolayısıyla beynelmilel konularla ilgili karar ve operasyonların; mutlaka BM tarafından yürütülmesi gerektiğinde ısrar ediyor. Bütün bunlar ABD'nin hiç hoşlanmadığı ve duymak istemediği şeyler tabii! Ama Putin de kararlı: Nükleer program konusunda Rusya'nın İran'a destek verdiği yolundaki ABD eleştirisine karşı, şunları söylüyor: "Eğer nükleer silahların yayılmasıyla mücadele edilecekse; bu mesele, İran'la birlikte İsrail, Kuzey Kore, Hindistan ve Pakistan'ın da dahil edilerek ele alınması gerekir. Oysa Kuzey Kore nükleer denemeyi yaptı bile..." Dikkat ediniz belki de ilk defa Rusya Devlet Başkanı, İsrail'in nükleer silah sahibi olma meselesini bir uluslararası güvenlik konferansında ele almış oluyor! Putin'in bu konuşmasının yankıları uzun süre devem edecek. Putin, ABD üzerinde soğuk duş etkisi yapan bu konuşmanın ardından bir de Orta Doğu gezisine çıktı. Bunun yansımalarını da yarın ele alalım...