CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç; önceki gün Meclis'te düzenlediği basın toplantısında; uzlaşmaya gidilmeden dayatmayla Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılmasının "sivil darbe" ile eşdeğer olacağını söylemiş... Bazı CHP'liler; nedense darbesiz, devrimsiz düşünemiyorlar bir türlü! Böyle olunca da, her şeyi getirip ya bir darbeye (sivil veya askeri), yahut da bir devrime (devrimin rengi ile ideolojisi de zamana ve zemine göre değişebiliyor...) dayandırma ihtiyacı duyuyorlar. Eğer bir yerde hakikaten demokrasiye inanç varsa; orada demokrasiyi rafa kaldırmaya yönelik ne darbenin, ne de devrimlerin yeri olabilir. İşte burada işin püf noktası "demokrasi" anlayışı ve inancıdır. Bunun temeli de milletin iradesidir. Ama birileri milletin iradesini; mesela 1950 seçimlerini "KARŞI DEVRİM" diye izah etmeye kalkarsa, ortada çok büyük bir sakatlık var demektir. CHP'nin elit kesiminde bu tip sakat anlayışlar maalesef yaygındır. Bu anlayıştakiler, halkın iradesini hazmetme zorluğu çekerler. Kendi siyasi tandansına uymayan her gelişmeyi, rejim için tehdit ve karşı devrim olarak nitelemeye kalkışırlar... Uzlaşma ne demek, dayatma ne demek, sivil darbe ne demek?! Sayın Koç'un bir cümlesinde yer alan bu üç kavram da izaha muhtaçtır. Uzlaşmadan Koç'un ve partisinin anladığı şey nedir? Daha 3 Kasım 2002 genel seçimlerinin üzerinden iki gün bile geçmeden Deniz Baykal'ın yaptığı; "Bu Meclis yeni Cumhurbaşkanını seçmemelidir..." şeklindeki açıklamadan nasıl bir uzlaşma çıkabilirdi ki? O seçimlerin öncesinde, siyasi parti sözcüleri; bu Meclis 2007'de yeni cumhurbaşkanını da seçecek demiyor muydu? Halkımız bunları dinleyerek ve tabii bilerek oy kullanmadı mı? Zamanı geldiği için; Millet Meclisi'nin, Anayasa'nın kendisine verdiği görevlerden biri olan (Md. 102) Cumhurbaşkanını seçmesi, nasıl bir dayatma olabiliyor acaba? Daha da ötesi, bu durumda ne tür bir sivil darbe söz konusu olabilir? Sayın Haluk Koç bir tıp profesörü ama, epey zamandan beri de siyasetin içinde. Partisinin de üst düzey yöneticisi... Dolayısıyla önemli siyasi kavramları bilmeyecek durumda değil. Şu halde, burada kemikleşmiş bir anlayış ve rijit yaklaşım söz konusu. Yani CHP'nin hoşuna gitmeyen hiçbir sonuç, onlara göre makbul ve meşru değil!.. Elbette böyle bir anlayışın demokrasilerde yeri olamaz. Çünkü demokrasilerde esas olan halkın iradesidir. Elitlerin tercihleri değil. 1970'li yıllarda, Ecevit CHP'nin başında iken; "Sayısal üstünlüğümüz yoksa da siyasal üstünlüğümüz var..." diye bir laf kaçırmıştı ağzından. CHP'nin öteden beri sürdürmeye çalıştığı politika işte böyle bir anlayışın ürünü! Çağın gerisinde kalan politik anlayışlar Ama bu kabil politik anlayışlarla bir yere varılamaz. Bunların devri çoktan geçti. 4 Kasım 2007 tarihine kadar, halktan aldığı yetkiyle görevi devam edecek olan TBMM, bu çerçevede yeni Cumhurbaşkanını da seçecektir. Bunu önlemeye yönelik; hukuki, siyasi ve etik kuralları zorlayan formüllerin tümü geçersizdir. "Meclis'in toplanması için 367 oy gerekir..." türünden iddialar da buna dahildir. Kendisinin de ifade ettiği gibi; Başkan Sayın Bülent Arınç, seçim günü 184 milletvekilini gördüğü anda oturumu açar ve seçime geçer. Can Dündar'ın NTV'deki programına katılan bütün Millet Meclisi eski başkanları da ( Ferruh Bozbeyli, Sabit Osman Avcı, Yıldırım Akbulut, İsmet Sezgin ve Hikmet Çetin - Ki, kendisi CHP'lidir...) toplantı yeter sayısı olarak 184 milletvekilinin bulunması gerektiğini belirttiler. Bunun dışındaki iddia ve itirazların zorlama olduğunu ifade ettiler. Bu görüşe katılmayan bir tek Cahit Karakaş oldu. Ne gariptir ki, Karakaş, Anayasanın toplantı ve karar yeter sayısı ile ilgili 96. maddesinin, ilkokul mezunlarının dahi anlayabileceği kadar açık olduğunu da söyledi!.. Acaba Sayın Karakaş, Anayasanın bu maddesindeki "...Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri ile toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir..." hükmünü nasıl anlıyor, daha doğrusu nasıl anlayamıyor? Sayın Karakaş'ın "ilkokul" sözünü duyunca; hemen özgeçmişine baktım; İTÜ İnşaat Fakültesini bitirmiş, Berlin Teknik Üniversitesinde de doktora yapmış... Cumhurbaşkanlığı seçimi, Millet Meclisi'nin bir kararıdır. CHP'nin bu kararı Anayasa Mahkemesine götürmeye kalkışması zorlamadan başka bir şey değildir. Zira Anayasa Mahkemesinin görevi; yine Anayasanın 148'inci maddesine göre, Kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Meclis İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetlemektir. Yani Meclis kararlarını denetlemek gibi görev ve yetkisi yoktur. Meclis'in Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili kararını; (yeni içtüzük ihdası) gerekçesiyle mahkemeye taşımaya çalışmak CHP'ye hiçbir şey kazandırmaz, lakin çok şey kaybettirir!.. CHP'lilerin hoşuna gitmeyecek ama, halkı doğru şekilde bilgilendirmeliyiz.