Emekli Sandığı üyelerinin ayağını Kızılay'dan kesmeye 'kararlı' gözüken Maliye Bakanlığı, Emekli Sandığı ile Kızılay arasında imzâlanan son anlaşmayı beklettiği gibi şimdi yeni bir tebliğ yayınlamış. Maliye, son tebliğ sayesinde, emeklilerle birlikte memurları da buradan 'uzak' tutmaya çalışıyor. Kızılay'dan 'ayaklı tedavi merkezi' olarak 'ikinci basamak özel sağlık kurumu' şeklinde bahsedilen tebliğde, "özel sağlık kurumlarına doğrudan başvuru halinde, teşhise dayalı fiyat (paket) üzerinden yüzde 30 indirimde bulunulacak" deniliyor. Maliye Bakanlığı'nın bu tebliği yayınlarken Kızılay'ı hiç düşünmediği açıkça belli oluyor. Emekli Sandığı üyelerinin muayene ücretlerinin 6.5 milyon liradan 2 milyon liraya düşürüldüğü 1 Ocak 2003'ten beri Kızılay'ın 38 şubesinin toplam zararı tamı tamına 4 trilyon lira... Sadece İstanbul Pendik Şubesi'nin alacağı 1 trilyon lirayı buluyor. Şimdi Emekli Sandığı ile Kızılay arasında fiyatların yeniden 6.5 milyon liraya çıkarılması anlaşması yapılmasına rağmen Maliye Bakanlığı ısrarla bu anlaşmayı yürürlüğe koymuyor ve bekletiyor. Uygulansa bile bu 6.5 milyon liranın da yüzde 30'unun eksik ödenmesini istiyor. Kızılay da Maliye'den ısrarla Ocak'tan Haziran'a kadar olan 4 trilyon liralık alacağını istiyor. Maliye ise bu talep karşısında ne cevap veriyor dersiniz! Söyleyeyim. Maliye, Kızılay'a "Anlaşma yürürlüğe girerse, Ocak-Haziran arasındaki faturayı ödemeyiz" diyor. Soruyorum: Kızılay üvey evlat mı? Bu devletin bir kuruluşu değil mi? Bu gün tesisleri ve hizmet kalitesi ile parmak ısırtan Kızılay'a yapılacak yüzde 30'luk tedavi indiriminin gerekçesi nedir? Maliye Bakanlığı önce bunu açıklamalı. Yayınladıkları tebliğde bu belirtilmiyor. Şunu belirtmeliyim ki; Kızılay her dönem iktidarların hevesini kabartmıştır. Geçmiş iktidar döneminde de Mesut Yılmaz'ın Kızılay'ı tahakkümüne almaya çalıştığı, bunu başaramayınca 30 trilyon liralık bir ödeneğini bloke ettiğini basın yazmıştı. Demem o ki; AK Parti gibi "halkın yanında olduğunu" söyleyen bir hükümetten de aynı yönde tavırlar görmek, gerçekten üzücü... "Sağlıktan tasarruf olmaz" sözünü bilmeden hem adamların gelir kalemlerini tırpanlayacaksın, hem hakları olan 4 trilyon lirayı vermemek için tebliğ üstüne tebliğ yayınlayacaksın sonra da onlardan kaliteli hizmet bekleyeceksin. Yapılanlar bu hükümete hiç yakışmıyor. Evet, Tüzmen haklı! Şimdi size, "Köpek adam ısırdı" diye bir başlık atıp bu köşeye koysam, yazıyı okur musunuz? Yoksa, "Git lan!" deyip üstüne bir de küfür mü edersiniz? Ama size "Adam köpek ısırdı" desem, "O ne be!" deyip hemen yazıyı okursunuz. Ya da size "Papa, 'Genelevdeki kadınlar kurtarılmalı' dedi" diye başlık atsam yine "Git lan" dersiniz. Ama, "Papa, New York'a iner inmez 'Bu şehirde genelev var mı?' diye sordu" desem hemen okursunuz. Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen de, tıpkı böyle ikilem oluşturan bir söz söyledi geçenlerde. Tüzmen özetle, "Kriz sinyalleri geliyor" dedi. Biz gazeteciler de bunu okuyucuya "Kriz var" diye aktardık. Sonra kıyamet koptu tabii... Tüzmen de devamında, "Bu gazeteciler çok üçkağıtçı... Ben öyle demedim şöyle dedim. Bu iş Papa tıpkı fıkrasına döndü. İllâ köpek ısırmamızı istiyorlar" dedi. İşte söylüyorum: Tüzmen haklı. "Üçkağıtçı" gazeteciler olarak açıklayayım: 1- Kriz sinyali yok, krizin kendisi geliyor. Dış ticaret açığı bunu gösteriyor. Tüzmen'in söylemesine bile gerek yok. 2004'te bunu göreceksiniz zaten. 2- Gazeteciye asla 'Leb' demeyeceksiniz. Sizin sözünüz daha bitmeden gazeteciler o 'Leb'i merkeze 'Leblebi' diye geçerler. Tüzmen örneğinde olduğu gibi okuyucu 'Kriz sinyalleri var' başlığını değil 'Kriz var' başlıklı yazıyı okur. 3 - Evet, biz gazeteciler hep adamın bir köpeği ısırmasını bekleriz. Aksi halde gazeteleri kim okur sayın Tüzmen!