Siyaset âlemimizi dolayısıyla ekonomik yaşantımızı zaman zaman hareketlendiren konulardan birini de Özelleştirme teşkil etmektedir. Devletçilikle, kamu ekonomik teşekkülleriyle gelişen Türk ekonomisi belli bir seviyeye ulaştıktan sonra çağdaşlaşma mefhumu ile ifade edilen yeni bir sürece girmiş ve bunda da Özelleştirme konusu özel bir önem kazanmıştır. Şu talihin cilvesine bakınız ki, ülkemizin ekonomik hayatını geliştirmek ve güçlendirmek için devletçilik çatısı altında başlatılan Kamu Ekonomik Teşebbüsleri kurma faaliyeti sonradan ulusal ekonominin gelişmesine engel oluyor diye tersine çevriliyor ve devlet, kamu teşekküllerini özel kesime devretmek için özelleştirme başlatılıyor. Ve şimdi de özelleştirme yüzünden ekonomik zeminde zaman zaman depremler ortaya çıkıyor. Olaya nerden bakarsanız bakın mistik bir düşünce çerçevesinde Kamu İktisadi Teşekküllerinde "layık olmadıkları haksızlıklara uğramak durumu var" demek yanlış olmuyor. Ama bu mistik düşünceyi bir tarafa bırakalım. Gerçek şu ki, bütün siyasi istikrarsızlığın dolayısıyla ekonomik sıkıntıların temelinde ülkemizin genel ekonomik düzeyinin yeterli olmayışı yatmaktadır. Ama biz yine konumuza dönelim: Özelleştirme mefhumu ülkemizde 1933'te ortaya çıkmıştır. 11. 06. 1933 tarih ve 2262 sayılı Sümerbank'ın kurulmasıyla ilgili kanunun 11. Maddesinde şu hüküm yer almaktadır: "... bu şirketlerin 100'de 100'ü banka adına yazılı olacaktır. Hükümetin teklifi üzerine... Bu hisse senetlerinin kısmen veya tamamen Türk eşhas ve müesseselerine satılması caizdir." Bu kanundan 20 yıla yakın bir zaman sonra Demokrat Partinin 30 Mayıs 1950 tarihli hükümet programında da aynen şunlar yazılıdır: "İşletmeleri muayyen plan dahilinde elverişli şartlarda peyderpey hususi teşebbüse devretmeye çalışacağız." Bu programdan 25 yıl sonra da Özelleştirme bir kere daha ciddi bir şekilde gündeme gelmiştir. Fakat bu olay kamuoyuna yansımadığı için sözkonusu olayı şimdi bir kere daha nakletmek istiyoruz: 1975 mali yılı bütçe hazırlıklarına başlandığı sırada hükümet önemli bir problemle karşılaşmıştı. İktidarda CHP ve MSP Koalisyonu vardı. Takriben 90 milyara varması muhtemel olan bütçenin denkliği için 10 milyarlık bir gelir kaynağına daha ihtiyaç vardı. Probleme çözüm bulmak için zamanın başbakanı Sn. Bülent Ecevit bizi Devlet Planlama Müsteşarı olarak Başbakanlık konutuna davet etti. O gün, mali durumumuz hakkında uzun bir izahat verdik. Yanımızda Devlet Planlama Teşkilatı'nın Finansman Müdürü Yılmaz Karakoyunlu da vardı. Toplantıda CHP kanadının bütün ilgili bakanları bulunduğu halde MSP kanadından kimse yoktu. Yukarıda bahsettiğimiz 10 milyarlık açığın giderilebilmesi için Sn. Ecevit bize, KİT'lerden bazılarının hisselerini özel sektöre devri suretiyle bir kaynak bulunup bulunamayacağını sordu. Sonunda biz de, öngörülen satış işlemlerinin uzun zaman alacağını ve bütçeye hemen kaynak bulunmasının güç olacağını söyledik. Neticede, böylece Sn. Bülent Ecevit'in bu düşüncesi o zaman uygulamaya konulamamış oldu. Bu toplantıdan kısa bir süre sonra da koalisyon hükümeti istifa etti. Çünkü bütçe anlaşmazlığı koalisyonda mevcut ihtilaflara tuz biber ekti. Şu garip tesadüfe bakın ki, özelleştirme konusunu 1975 bütçesi için yukarıda bahsettiğimiz görüşmelerde beraber olduğumuz ve geçenlerde Devlet Bakanlığı'na atanan Sn. Yılmaz Karakoyunlu şimdi özelleştirmeden de sorumlu bakan bulunmaktadır. Sn Yılmaz'ın o sıradaki görevinin büyük bir kısmını özelleştirme konusu olan Kamu İktisadi Devlet Teşekkülleri teşkil ediyordu. Aslında bu garip bir tesadüf değil, bize göre yerinde bir atamadır. Bu vesile ile Sn. Bakan'ın bu konuda da başarılı olacağına inandığımızı belirtmek isteriz.