Hayrettin Karaca (Tema Vakfı Başkanı) bundan yaklaşık 10 yıl önce "Türkiye çöl oluyor" dediğinde, "hadi canım, amma da abartılıyor, Türkiye çöl falan olmaz" demiştik.
Oysa bugün geldiğimiz noktada İstanbul'da İSKİ verilerine göre barajlarda doluluk oranı % 30'lara düşmüş durumda. Abant Gölü neredeyse göl vasfını kaybetti. Tunceli'de Munzur Çayı dereye dönüşmüş durumda. Türkiye eşi benzeri görülmemiş bir kuraklık tehlikesi ile karşı karşıya.
Kuraklık bir sosyal felaket. Kuraklık ekonomisi olarak adlandırdığımız olgunun tek bir boyutu yok.
Su bir yaşam aracı. Hayatımızın her aşamasında yer alıyor. O nedenle sadece beslenmeden yola çıkarak, bu yıl kuraklık nedeniyle tarım üretimi düşük kalacak, arpa, buğday, yulaf, mısır, yonca, fiğ, vb. üretimleri beklentiler altında gerçekleşeceği için tarımsal ürünlerin fiyatları artacak, hayvancılığın temel girdisi bu ürünlerin fiyatları yükseldiği için et, süt, yumurtanın da fiyatları yükselecek, enflasyon içinde gıdanın payı en yüksek pay olduğu için fiyat artışı doğrudan enflasyonu artıracak, o nedenle ülkenin makro ekonomik değerlerinde bozulma olacak demek, tehlikenin sadece bir boyutunu görmekle eş değer.
Peki başka hangi dengeleri bozar susuzluk? Sağlıktan başlayalım mı? Çünkü kuraklık nedeniyle şehir ve köy şebekelerine yeterli suyun verilememesi, temizlik açısından sorun oluşturacaktır. Temizlenemeyen bedenler, eşyalar her türlü mikrop ve zararlıya açık ortamı hazırlayacaktır. Bu nedenle kuraklıkla birlikte sağlıkta beklenmeyen harcamalar ortaya çıkabilir. Kuraklığın sebep olacağı bulaşıcı hastalıklar toplumun tümüne zarar verebilir. Hastalanan toplum bireyleri işe, okula gidemez. İş ve eğitim hayatında işgücü kaybı yaşanabilir. Bu da birim başına üretim maliyetlerini ciddi oranda artırır. Verim düşer. Zaten verimli çalışmakta zorlanan işletmelerimiz işe devamsızlık nedeniyle daha da verimsiz hale gelebilir. Netice itibariyle kuraklığın sağlık ve iş gücü boyutu da var. Burada ortaya çıkabilecek maliyetler çoğunlukla hesaba katılmaz.
Belki de politikacılar açısından en çok hesaba katılması gereken boyutu kuraklığın sosyal maliyetleridir. Çünkü susuzluğu kimse sevmez. Su evlerin, iş yerlerinin, okulların musluklarından akmadığı zaman halk zamanında alınmayan önlemleri, yapılmayan altyapı çalışmalarını, baraj inşaatlarını, yeşilden betona dönüşü sorgular. Bu sorgulama zamanla suçlamalara dönüşür. Nitekim İstanbul'un Nurettin Sözen döneminde yaşadığı kuraklık neticesinde ortaya çıkan siyasi değişim yakın tarihimiz için bir vak'adır.
Bu nedenle kuralık ya da susuzluk sadece ekonomik anlamda tek bir boyutla yani enflasyon hesabıyla dikkate alınamaz. Yer darlığı nedeniyle vurgu yaparken seçici davrandığım iş gücü maliyetleri, sağlık harcamaları ve siyasi maliyetlere sizler daha da fazlasını ekleyebilirsiniz.