Pazartesi günkü yazımın sonunda 2001 yılında sürekli tarım işçilerinin ortalama ücreti 200.40 TL iken, 2012 yılında 1.090,00 TL'ye çıktığından bahsetmiştim. Tarımdaki maliyetlere mazot ve gübre fiyatlarındaki artışları katmazsak olmaz. Gübre konusunda Türkiye'nin önemli açmazlarından birisi, ana besin maddelerinin kıtlığı ile ham madde kaynaklarına sahip ülkelere olan bağımlılık. Çiftçilerin alım gücü de gübre kullanımını sınırlandıran unsurlardan birisi. Mazotta kırsal motorin kullanımının yasaklanması ve çiftçilerin denizde kullanılan motorinin ÖTV'den muaf edildiği gibi bir teşvike tabi tutulmaması gibi nedenlerle, çiftçilerimizin kullandığı motorinin fiyatı şehirde bizlerin otomobillerimizde kullandığımız motorin fiyatına eşit. Buna bir de, benzin ile motorin arasındaki fiyat farkının motorin aleyhine hızla bozulmasını eklediğimizde, üretimin neden ucuza yapılamadığının cevabı da kendiliğinden ortaya çıkıyor. Çiftçilere verilen mazot teşviki ise ancak fiili kullanımdan çok sonra gerçekleştiği ve düşük oranlarda kaldığı için yetersiz. O nedenle toprağı ekip hayvanlara yem üretmektense başkasının ürettiğini satın almak hemen hemen aynı maliyete geliyor. Çoğu verimli toprak ekim alanı olarak değerlendirilmek yerine bir diğer önemli ancak verimsiz hayvancılık girdisi olan ota bırakılmış durumda. Çiftçinin yüksek maliyetler yüzünden nitelikli yem maddelerinden kaçınması, süt üretiminde düşük verime neden oluyor. Endüstriyel tarım uygulayan Avrupalı çiftçinin bir inekten elde ettiği sütü, bizim çiftçimiz 2 ya da 3 inekten elde ediyor. Hâl böyle olunca daha çok emekle daha az verim ortaya çıkıyor ki, kısa bir süre sonra verdiği emeği karşılayamayan çiftçi gözbebeği ineğini kesime vermek durumunda kalıyor.
Yem ham maddeleri bir yana, hıyar, karpuz, kavun ve kuru soğan üretiminde de, düşüş var. Bu arada hiçbir emtia değeri olmayan domateste 2001 yılında üretim 8.425.000 ton iken 2012 yılında 11.350.000 ton olmuş. 3 tarafı denizlerle çevrili güzel ülkemizde 2001 yılında deniz ürünleri üretimi 484.410 ton iken, 2012 yılında 396.322 tona düşmüş. Tatlı su ürünleri üretimi 2001 yılında 43.323 ton iken, 2012 yılında 36.120 tona düşmüş. Ancak yetiştiricilik üretimi 2011 yılında 67.244 ton iken, 2012 yılında 212.410 tona yükselmiş... Özetle, denizlerde ve göllerde üretim düşmüş. Neden deniz balığını krizdeki Yunanistan'dan pahalı yediğimizin cevabı da işte burada. Nüfus artmış ancak artan nüfusa paralel üretim artışı gerçekleşmemiş.
Oysa Tarım Sektörünün Türkiye'nin büyümesine katkı sağlayabileceği çok önemli aşamalar var. Büyümenin bileşenine tarımı sokamadığımızda bir ayağımız aksak kalıyor. Son 11 yılda gerektiği gibi yararlanamadığımız tarım sektörü ise "ben buradayım, benden yararlanın artık" diye haykırıyor...