Deprem şok değil artık hesaplanabilir bir risktir!..

Sesli Dinle
A -
A +

Pazartesi sabahı büyük bir şokla uyandık. Gece sürekli uyanan ve benim gibi akıllı telefonunda mesaj olup olmadığını kontrol edenler için elbette sabah çok erken başladı. Çünkü 04.00'ü biraz geçe depremden haberimiz oldu. Sonra uyumak mümkün olmadı elbette.

 

Benim gibi 1999'daki büyük Marmara Depremini de tecrübe etmiş, sahada arama kurtarma ve raporlama faaliyetinde bulunmuşlar için âdeta bir kâbusun geri gelmesi gibi oldu. On binlerce insanın aramızdan ayrılmasına sebep olan, ülke ekonomisinin %10'unu yok eden depremin tüm hatırası canlandı hafızamızda. O zamanki depremin büyüklüğü 7,4 idi. Bu seferki 7,8 yani bilenler için 1999 depreminin katbekat üzerindeki bir şiddette ve çok geniş bir alanda gerçekleşti. 

 

Sabah erkenden önce Gaziantep, Adana, Kahramanmaraş ve Hatay'daki tanıdıklarımızı bulmaya çalıştık. Öncelikle eşimle evlilik kararımızı kesinleştirdiğimiz Gaziantep'teki Hışvahan Oteli'nin sahipleri Erhan ve Mine Özmen çiftini aradık. Mine Hanım bölgenin en etkin kadınlarından birisi, Erhan Bey ise Türkiye'nin en büyük Un Sanayicilerinden. Her ikisi de gözyaşları içinde olup bitenleri anlattılar. Yazın otelde konaklarken, sabah kahvaltı sonrası kahvemizi alıp seyrettiğimiz Antep Kalesinin yıkılmış olduğunu söylediler. Sosyal Medyadaki resimler yıkımın büyüklüğünü de gösteriyordu. Gaziantep'i bilenler gayet iyi hatırlar, o cadde Tahmis Kahvesi ile başlar, eski çarşı ile devam eder, nihayetinde İmam Çağdaş'ın büyük dükkânı ile uzarken Hışvahan Otel ile son bulur. Sadece eski yapılar değil aynı zamanda yeni yüksek katlı yapıların da yıkılmış olması bizleri çok üzdü. 

 

Adana'da önce Genç İş Adamları Derneği Başkanı Ömer Faruk Sakarya, ardından Sanayi Odası Başkanı Zeki Kıvanç, Belediye Başkanı Zeydan Karalar ile Divan Otelinin sahibi Bilici Ailesini tek tek aradım. Konuştuğum bir yetkili "Hocam yüksek binalardan yıkılan çok, vefat sayısı korkarım yüksek olacak" dedi. Temas ettiğim kanaat önderleri de benzer açıklamalar yaptılar. 

 

Kahramanmaraş ve Hatay'daki tanıdıklara ulaşmakta zorluk çektim. GSM şebekeleri gün boyu iyi hizmet veremedi. Hatayspor Başkan Yardımcısı Aydın Toksöz Beyi sayısız uğraşlar sonunda buldum. Şehir merkezi maalesef büyük ölçüde yıkılmış, kendileri de yaşadıkları evden zor çıkabilmişler. O da gözyaşları içindeydi. Hatayspor antrenörü ve bir futbolcu hâlâ enkaz altındaydı. Hatay ve civarı, özellikle İskenderun'da büyük bir kaosun hüküm sürdüğünü anladık. İskenderun Limanından gelen haberler ve gümrük alanındakilerin verdiği bilgi gösteriyor ki zarar oldukça büyüktü. 

 

Kahramanmaraş'taki arkadaşıma sadece iki defa ulaşabildim. İlk depremin hemen arkasından gelen ikinci deprem herkesi sarsmıştı. Benzin istasyonları derli toplu şekilde ama ellerindeki akaryakıtı küçük miktarlarda dağıtarak adaleti sağlamaya çalışıyormuş. Kimse binalara girmek istemediği için araçlarda bekliyorlarmış. Deprem bölgesindeki şehirlerden giriş çıkış yasaklanmış durumda olduğu için herkes beklemede imiş. Ancak söylediklerinden anladığım şu ki, hasar ve kayıplar gözükenin çok üzerinde. Gece olunca tüm şehir karanlığa bürünmüş, elektrik verilmiyormuş. "Bu akşamı atlatalım yarın duruma bakarız" dedi arkadaşım. 

 

Hemen Topkapı Üniversitesi olarak bölgeye su ve kuru gıda göndermek için harekete geçtik. Şimdi okuyuculara bir uyarım var: Bir felaket anında yardım göndermek istiyorsanız bölgenin lojistik ağına ve topoğrafyasına dikkat etmeniz gerekir. Hangi bölgede yedek yollar var, hangi bölgede karlanma ve buzlanma olabilir, hangi bölgede yollar geçişe müsaade ediyor bilmeniz gerekiyor. Dolayısıyla iyi kalpli yardımlarla oluşan bir trafik sıkışıklığı oluşturursunuz. Kimseye hizmet etmeyeceği gibi zarar da verebilirsiniz. 

 

Türkiye haritasını önünüze koyduğunuzda batıdan doğuya doğru ciddi bir mesafenin olduğunu, birkaç tane farklı iklimden geçildiğini, üstüne üstlük mevsimin en soğuk günlerinde olduğumuzun bilgisini de ekleyerek hatırlatmak isterim. Dolayısıyla bölgeye batıdan gönderilen yardımların Konya'dan sonra şiddetli kar sebebiyle sıkışmış olduğunu, yolların kapandığını ve açılmaya çalışıldığını da izledik. Yardım konvoyları kilometrelerce uzamış durumdaydı. 

 

Biz de yardımı Batıdan Doğuya değil, Doğudan Batıya yapmaya karar verdik. Haritayı önümüz koyduk, TUGİAD Başkanı Nilüfer Çevikel'in önerisiyle Deprem Bölgesinin en ucundaki şehir olan Diyarbakır'dan içecek su göndermeye karar verdik. Kamyonların önüne Topkapı Üniversitesi amblemi koymak istedik. Çünkü güvenlik görevlileri şehirlere girişi sıkı bir kontrole tabi tutmuşlardı. Diyarbakır’daki matbaanın sahibi bizden para kabul etmedi. Bu zamanlarda yapılan kahramanlıklar unutulmuyor...

 

Depremin en kötü vurduğu yerlerden biri olan Gaziantep'in İslahiye ilçesine uzaktan yardım göndermek yerine, şehrin içinden yardım gönderme kararı aldık ve Üniversite olarak un üreticileri ile temasa geçtik. Ekmeklik un sevkiyatı için koordinasyon başlattık. TMO'nun da yardımıyla İslahiye'ye 25 ton ekmeklik un göndermeyi başardık. Bilmeyenler için söyleyelim: Yöredeki insanların çoğu odun fırınlarında ya da sac tandırlarda yaptığı için elektriğe ihtiyaç duyulmadan ekmeği pişirebiliyor. 

 

Tabii herkesin büyük bir çabası var yardım için ancak tekrar hatırlatmam lazım: Ülkenin batısından göndermek büyük zorluğa yol açıyor. Deprem bölgesine yakın illerden yardım göndermek çok daha rahat oluyor. Bunu da belirtmek istedim. Bu yazıyı okuyan her milletten dostun, herhangi bir afet durumunda mutlaka önüne bir harita koyması ve kendi bulundukları coğrafya ile ilgili bilgi sahibi olması gerekir. 

 

Tabii tüm bunları yaparken, bazı şehirlerdeki tanıdıklarımızı buluşturmaya gayret ettik. İstanbul'dan yola çıkıp eşini çocuğunu bulmaya çalışanlara yardım etmeye çalıştık. Bize gelen bilgilerle zararın boyutunu tespit etmek güç. Ancak şu ana kadar binlerce binanın yıkılmış olduğu düşünülürse oldukça korkutucu bir insan kaybı olacağını söyleyebiliriz. Çok üzücü aynı zamanda düşündürücü. Ayrıca şunu da not etmek lazım: Aynı bölgede 7,8 ve 7,4 olarak iki bağımsız depremin görünmesi olağandışı bir hadise. 

 

İletişimin önemini sakın azımsamayın. Bölgedeki Dostların verdiği bilgiler sayesinde yardımlarımızı doğru noktalara eriştirmeyi başardık. Ancak yine böyle durumlarda ciddi bir dezenformasyon bilgi kirliliği ve fırsatçılık oluyor maalesef!..

 

 

 

 

 

Depremin ekonomik boyutu...

 

 

 

Tabii ekonomist olduğumuz için depremden etkilenen 10 il ile alakalı bir istatistik çalışması da yaptık. Toplamda bu 10 ilin 2022 yılı ihracatı 21,6 milyar dolar civarında. Geçen yılın şubat ve mart aylarındaki ihracatları ise 4 milyar dolara yakın. Depremin yaralarını sarmak uzun sürerse 10 milyar dolara yakın ihracat kaybına uğrama ihtimali bulunuyor. Bu iller genellikle yerli girdi kullanan sektörlerin yoğun olduğu bir bölgede yer aldıkları için, cari dengede ciddi bir sıkıntı olacağı kesin. 

 

Bu arada 10 ilin GSMH'ye katkısı açısından bir analiz yapıldığında, toplamda %0,51'lik pay aldıkları gözüküyor. Gaziantep %0,21 ile ilk sırada, ardından Adana %0,11 ve Hatay % 0,05 ile geliyor. Böyle düşünüldüğünde 5-6 milyar dolarlık bir nominal millî gelirin risk altında olduğunu söyleyebiliriz. Tabii, bu bahsettiğim sadece üretim açısından. Bir de meseleyi varlık stoku açısından incelemek gerekir. 

 

Türkiye'de 24 milyon civarındaki hane sayısının 3,2 milyonu bahsedilen 10 ilde bulunuyor. Yani %13'ünden biraz fazlası. Bu arada haneye düşen insan sayısı ortalama 4 kişi olarak gözükmekte. Yani depremin 12 ila 15 milyon arasında insanı etkilediğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Zaten hükûmetten de bu yönde açıklamalar geldi. Büyük hasar gören Kahramanmaraş ve Hatay illerinde toplam hane sayısı sırasıyla 303 bin ve 430 bin. Bu illerdeki can kaybının en yüksek olacağı konusunda endişelerim var. Dilerim bu endişeme gerek olmaz.

 

 

 

 

 

Gelelim muhtemel İstanbul depremine...

 

 

 

Tüm bu olan bitenler aklıma 1999 Marmara Depremini getiriyor hemen. Ancak, o zamanlarda yaşanan yıkımdan çok daha beteri bizi bekliyor doğal olarak. İstanbul ve civarının nüfus, ekonomi, algısal güç açısından bugün temsil ettiği tablo 1999’daki seviyenin 10 katından fazladır desem yanlış olmaz.

 

Sadece sanat, kültür, spor ve turizm açısından bakıldığında bile bunu söylemek mümkün. Bankacılık ve finans, gayrimenkul, perakende ticaret olarak değerlendirmeye başlasak döviz kazandırıcı faaliyetler ve ticaret açısından da Türkiye’de aslan payı burada.
Ağır bir depremin yaralarını sarmadan önce ortaya çıkacak olan iş kaybının ilk anda %30’a ulaşacağı ardından ilk 10 günün sonunda %10-15 seviyesine düşebileceğini başka tecrübeler ışığında söyleyebilirim. Ancak büyüme hızındaki en az 2 puan çalacak bir gelişmeden bahsediyoruz. Toplam zararın Millî Gelirin en az %5’i kadar olacağı aşikâr. Hatta %10’una kadar yükselebilir. Can kaybını değerlemek neredeyse imkânsız diyebilirim. Tüm bunları muhtelif raporların değerlendirilmesi neticesinde yazıyorum. Şimdi bazı konuları ek yapıyorum.

 

Böyle bir felaket anında banka ve finans kuruluşlarının verdikleri krediler açısından da sıkıntılar doğacağı aşikâr. Daha önce yaşandığı gibi önce kamu bankalarından başlayacak şekilde felaket bölgesindekilerin kredi ödemelerinde ve kredi kartı ödemelerinde erteleme, ardından da yapılandırma olacağı beklenmeli. Kamu Maliyesi açısından bakıldığı zaman da vergilerin silinmesi veya ertelenmesi gündeme gelecektir. Aynı durum SGK ödemeleri için de geçerli elbette.
İhracat hem sanayi hem de lojistik açısından aksarsa, cari açık konusunda endişe etmeye pek gerek yok gibi, çünkü ithalatta da sıkıntı olacak. Ancak ithalatımızın %90’ı üretim için gerekli girdiler olduğu için çalışır durumdaki firmalarda hasardan kaynaklanmayan iş durması yaşanacak doğal olarak. Sigorta zararını da eklemek lazım elbette. Her ne kadar riskler reasürans ile devredilse de kalan kısmı için, hele ki artan değerlemeler ile sıkıntı yaşanacağını söylemek zor değil. Gayet iyi hatırlıyorum 1999'da böyle sıkıntılar yaşamıştı sektör...
Muhtemel İstanbul depremi bu süreçte gerçekleşirse, zorlanan kamu maliyesi, yeterli olmayan uluslararası rezervler ile karşılayacağımız için önce ekonomik anlamda çok ciddi sorunlar tecrübe edebiliriz. 

 

Açıkçası geleceğini bildiğimiz için artık “şok” olarak değil “risk” olarak nitelendirilebilecek deprem için yeterince tedbir almadığımızı söylesem yanlış olmaz. Son depremde bunu anlamış olduk. İstanbul'a gelince: Sadece 1999 depreminden sonra inşa edilen binaların statik olarak daha dayanıklı olabileceğini varsaymaktan öteye geçmeyen bir iyimserliğimiz bulunuyor. Maalesef son depremdeki bina görüntüleri bu konuda şüphelerimizi artırıyor… 

 

Sonuç olarak: Son depremin Türkiye'ye maliyeti en az 15-20 milyar dolar olduğunu, muhtemel İstanbul Depreminin bunun 6-7 katına yakın maliyet çıkaracağını söyleyebiliriz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.