Kriz her zaman fırsat anlamına gelmez...

Sesli Dinle
A -
A +
Dünyanın her noktasında verdiğim konferanslarda bazı risklere dikkat çekiyorum ve ardından ekliyorum: “Bazı risklerin gerçekleşmesiyle ortaya çıkacak krizlerden sade vatandaşın fırsat devşirmesi mümkün değildir...” Meseleyi biraz açmakta fayda var. Bunun için de kendi görüş alanımdan orta ve uzun vadeli riskleri anlatmayı tercih ediyorum...
 
> Enflasyon ve Resesyonun aynı anda yaşanması: Yakın döneme kadar hem firmalar hem de bireylerin stokçuluk yaparak enflasyona karşı korunmaya çalıştığını, hatta fiyatlama davranışlarındaki bozulmalar sebebiyle bu durumun daha fazla enflasyon oluşturduğunu gördük. Ancak resesyon başka bir durum. Burada stoklanmış tüm değerler risk altına girebilir ve ciddi fiyat dalgalanmaları yaşanabilir. Amatör yatırımcıların ve sade vatandaşın “neye dokunsam altına dönüşüyor” dediği bir dönem değil, aksine kâr ederken bir anda batanların dönemi olarak da tarif edilebilir.
 
>Tedarik Zincirlerindeki Mecburi Yapılanmalar: Tüm analizler gösteriyor ki, ilaç ve eczacılık, hazır giyim-ayakkabı-deri, iletişim ekipmanları, sağlık ekipmanları, mobilya, tekstil, ulaştırma ekipmanları sektöründe tedarik zincirleri yeniden yapılanmak mecburiyetinde. Uzaklardan değil artık yakınlardan hatta ülke içinden tedarik etmek, maliyetler ve karlılık için önemli olacak. Yapmayanlar için hayat kolay olmayacak. Pazara yakınlık her zamankinden daha önemli olacak. Bu durumun vatandaşların yaşam maliyetlerine olumlu yansıması beklenmiyor. Firmaları ilgilendiren ve kolay olmayan bir süreçten bahsediyoruz.
 
> Sıcak Çatışma ve Savaş Riski: Rusya-Ukrayna meselesi başta olmak üzere, başlamış ve başlama ihtimali olan çatışmalar var. Enerjiden Gıdaya, Metalden Lojistiğe her yerde fiyatların yükselmesine sebep oluyorlar. Ayrıca İsveç ve Finlandiya’nın NATO üye adaylığından, BM Güvenlik Konseyinin işleyişine kadar birçok tarafı rahatsız eden gelişme var. Dolayısıyla sıkışmış gazların oluşturacağı durumlara hazırlıklı olmak gerekir. Burada da sade vatandaşa yarayan bir durum ya da fırsat yok. Bu arada küçük bir nükleer çatışma yaşama ihtimalini göz ardı etmiyorum.
 
> İslam Dünyası ve Batı Arasındaki Gerginliğin Giderek Yükselme Riski: Uzmanlar 2050’ye doğru dünya nüfusu %35 artarken, Müslümanların Nüfusu %73 artacak. Bu durumda yaş ortalaması 25-30 arası 3 milyar kişilik bir büyüklüğe ulaşan İslam ülkeleri eğitim, sosyal yardımlar, refah, teknoloji kullanımı gibi unsurlarda Batı’ya göre hâlâ geride olacak. Bir de bu ülkelerin çoğunda ya otokrasi ya da demokrasiyi sadece seçimle tarif eden rejimler bulunuyor. Gallup’un bir araştırmasına göre yine söz konusu ülkelerde örf, âdet ve inanca göre yaşama isteği Batı ülkelerine göre en az iki kat yüksek durumda. Bir yanda “Araplaşma” fenomeni diğer tarafta Müslüman nüfusun taleplerini anlayamayan Batıyı koyduğumuzda özellikle Avrupa’nın içinde bir anda meydan verecek gerginlikler konusunda uyanık olmakta fayda var. Bu riskin gerçekleşmesi hâlinde sade vatandaşın kazanacağı bir fayda olamaz. Aksine sıkıntılı günler yaşanır.
 
> Sürekli Artan Nüfus, Bozulan Çevre Şartları ve Afetler: Geriye dönüp baktığımızda, hızlanan bir şekilde bu risklerin gerçekleştiğini görüyoruz. Sanayilerin değişen iklim şartlarına adapte olmaya çalıştığını, ikametini değiştirenlerin sayısının giderek arttığını, nüfusun su kenarlarına giderek toplandığını, kırsal nüfusun hızlıca azaldığını görüyoruz. Bu gelişmeler “akıllı şehir” teknolojileri satan firmalara yarıyor ama sade vatandaşın bu ortamda hayatta kalması için maliyetli bir değişime imza atması gerekiyor. Konutların, otomobillerin ve diğer mekânların iklimlendirmesinin maliyetini onlar ödeyecek, artık küçük bir risk değil büyük bir ihtimal hâline gelen afetlere karşı çok yüksek sigorta primleri ödemek zorunda kalacaklar. Varlıkları korumak giderek daha da zorlaşırken, tasarrufların nasıl değerlendirileceği konusunda ciddi bir kafa karışıklığı olacak. Isınma, soğutma, elektrik, su gibi enerji kalemlerinin fiyat artışlarına katlanmak kadar tedarik edilmesi de zorlaşacak. Su arıtma cihazları, enerji üreten ve depolayan üniteler, sıfır enerji tüketen binalar tercih olmaktan çıkacak ve bunları üretenlerin çoğunu ihya edecek. Bireyler bunlara sahip olduğu için kendilerini şanslı hissetmekten başka bir farklılık yaşamayacaklar.
 
> Sürekli Artan Borç ve Kuvvetli Paraların İkame Edilmesi Çabaları: IMF’nin borçluluk konusunda hazırladığı raporlar özellikle G-7 ülkelerinin sıkıntılı durumda olduğunu gösteriyor. Hatta bu ülkelerin üzerine Avrupa’daki ülkelerin borçluluk oranlarını da ekleyebiliriz. Japonya burada başı çekiyor ve %200 civarında bir kamu borcu/millî gelir oranıyla yola devam ediyor. Japonya'yı %185 ile Yunanistan, %151'le İtalya, %131'le Singapur, %126'yla ABD, %122'yle Portekiz, %116'yla İspanya, %113'le Fransa, %107'yle Belçika ve %102'yle Kanada takip ediyor... Faiz oranlarının giderek yükselmesiyle beraber, bu borçluluğun sürdürülebilir olmadığı anlaşılacak. “İmkânsızlık” seslendirilmeye başlandığı andan itibaren 2008’den daha büyük bir finansal darboğaza girme ihtimali büyür. Dolar, avro, sterlin cinsinden varlıkların fiyatlarında “şelale düşüşü” yaşanabilir... Tüm bunlar gelişmekte olan ülkelerin borçlanma kâğıtlarını da olumsuz etkileyecek elbette. Ancak, belli bir seviyeye kadar borç alanın derdi, belli bir seviyeden sonra verenin derdi olduğu için, devletlerin değil borç verenlerin kâbus yaşayacağı bir senaryo bu. Bireysel Emeklilik Fonlarından Sermaye Piyasasının Çeşitli Kurum ve Enstrümanlarına oradan da Bankacılığa hızla yayılacak bir riskin gerçekleşmesi hiç kimsenin faydasına olmaz. Bir elin parmakları kadar az sayıda kişi ya da grup faydalanabilir. Kripto paraları kurtuluş reçetesi olarak görmemiz için bunların alışveriş ve ticari işlemlerde yaygın şekilde kullanılıyor olması gerekir. Belki de öyle bir gün geldiğinde bile, borç krizinin yan etkilerinden korunmak tam anlamıyla mümkün olmayabilir.Tabii, Pandemi ile idrak ettiğimiz sağlık ya da ilaç sektörü üzerinden yaşayacağımız darboğazlar ve astronomik maliyet artışlarını da bu listeye dâhil edebiliriz. Gerekirse bir sonraki çalışmamızda ekleriz diyerek, şu uyarıyla bitirelim:Bazı dillerde ve yazılışlarda “kriz” ve “fırsat” benzeşiyor ya da aynı anlama geliyormuş diye sürekli anlatılıyor. Sosyal Medya’da buna sıkça rastlıyoruz ama, birçok kriz sade vatandaşın en akıllısı için bile fırsat sunmayacak kadar kötü şartlar oluşturabiliyor. Bunu aklımızdan çıkarmayalım.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.