Serbest piyasadan uzaklaşmak demokrasiden uzaklaşmaktır...

Sesli Dinle
A -
A +

Gayet iyi hatırlıyorum, 1970'lerde bankada hesap açtırmak önemli bir meseleydi. Halkın tasarruflarını negatif reel faiz ile bankalara çekmek kolay bir mesele değildi. O zamanların para politikaları tasarruflara pozitif reel faiz vermemek üzere şekilleniyordu. Bir anlamda paranın üzerinde bir baskı kurulmuştu diyebilirim. 

 

Daha önceki yazılarımda çokça bahsettiğim McKinnon ve Shaw, paraya negatif reel faiz uygulandıkça tasarruf birikiminin sağlanamayacağını söylerken haksız değillerdi. Nitekim 1970'lerin sonuna doğru gelişmiş veya gelişmekte olan her ülke pozitif reel faiz politikasına geçti, paralar yastık altından ve kasalardan çıkarak bankalara akmaya başladı. Tabii, mevduat çarpanı ve kredi çarpanı ile büyüyen para miktarı enflasyonu da tetikledi. 

 

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki enflasyon farkı oldukça düşük seviyelerdeyken, yanlış okumuyorsunuz, ortalama 70 puana çıktı. Büyüme meraklısı hükûmetler enflasyonun yan etkilerini görmezden gelirken, güçlü paralara karşı serbest düşüşe geçen ülke paraları sebebiyle iktidarlar değişti ama politika değişmedi. Enflasyonist büyümenin tadını alınca hiç bırakmayan gelişen ülkeler zamanla sadece ekonomik değil aynı zamanda siyasi ve diplomatik istikrarsızlığın kaynağı oldular. 

 

Ancak, hangi hükûmet gelirse gelsin 2000'li yıllara kadar bazı parametreler "tabu" olarak nitelendiriliyor ve kimse el sürmek istemiyordu. Merkez Bankalarının hükûmetlere borç verme fonksiyonu kaldırılmış, faizler serbest bırakılmış, bazı acı deneyimler sonunda döviz kurlarına müdahale etmekten vazgeçilmiş, sermaye hareketleriyle alakalı kısıtlayıcı kararlardan uzaklaşılmıştı. Akışkan bir para piyasası aynı zamanda finansal istikrar anlamına geliyor, ülkeler bunu propaganda malzemesi hâline getiriyorlardı. Otokratik rejimler bile sermaye hareketlerinin serbestliği sayesinde ciddi bir kaynak girişine kavuştular. Bunun yanında yerli ve yabancı yatırımcılara aynı hakları veren, kâr transferine müsaade eden yaklaşımlar da geldi. Zaten özelleştirmelerin gerçekleşmesi için yabancı sermayeye giriş serbestliği ve hisse senedinden de çıkış yapabilmesi için fırsat tanınması gerekiyordu. Tabii, birçok ülkede hükûmetler kamu harcamalarına kaynak bulmak için serbest piyasa mekanizmasını kullandı. Borçlanma yarışına bankaları alet ederek yerli ve yabancı tasarrufları sermaye piyasaları üzerinden çekti, özel sektörün kaynağa ulaşmasını zorlaştırdı. "Crowding Out Etkisi" büyüme oranlarının dalgalanmasına yol açarken, yerli sermayenin yabancı sermaye karşısında zayıf kalması sonucunu meydana getirdi. Buna rağmen 1990'lar birçok ülkede "Altın Yıllar" olarak adlandırıldı. 

 

Ancak 2008-2009 Krizi ortalığı ayağa kaldırdı. Otoriteler para ve sermaye piyasalarının bu kadar serbest olmasının iyi bir şey olmadığına hükmetmeye başlarken, Karl Marks'ın öğretilerini orijinalinden uzak uyarlamalarını seslendirenler ortaya çıktı. Marksistler ve içinde Marksizm esintisi olan gerçek solcular bana kızmasın, Das Kapital içindeki önermelerin bazılarının aklı başında olduğunu kabul etmekle beraber, insanların "daha iyisini" yapmak için motivasyon kaynağının ne olacağına dair herhangi bir açıklama getirmemiş olmasını eleştiriyorum. Mademki parasal kâr ve sınıf kavramı olmayacak, o zaman işini iyi yapanlar nasıl mükafat alacak? Benim aklımda parayı kullanmayan bazı öneriler var ama Marksist yaklaşımda olmadığını söyleyebilirim. Çünkü kabiliyetli insanları diğerlerinden ayıran haklar sunuyor. O zaman da bir nevi sınıf ayrımı ortaya çıkıyor. Neyse biz paraya geri dönelim:

 

Fed'in sadece devlet tahvilleri değil özel şirketlerin de menkul kıymetlerini almasıyla başlayan yeni paradigma, kapitalizmin başı derde girdiğinde en önemli kalesi olan Merkez Bankalarının yardıma koşacağını reçete hâline getirmiş oldu. Sonraki yıllarda para otoritelerinin müdahalesi azalmaya başlarken birkaç küçük kriz atlattık. Fakat kapitalist sistem kendini iyileştiremeden pandemi geldi çattı. Yine de şunu belirtmek zorundayım: Pandemi başlamadan önce 2018-2019 döneminde gelişen ülkelerde hükûmetlerin ve Merkez Bankalarının müdahalesi "serbest piyasa" düzeninden çıkılmakta olduğunun sinyallerini veriyordu desem yanlış olmaz.

Hükûmetler müdahaleye alışırsa özgürlük azalır...

Pandemiden önce dünya dikensiz gül bahçesi değildi ama alışkanlıklarımızın, tabularımızın ve inançlarımızın birçoğunu temelden değiştirdi. Birçok devlet vatandaşına ve firmalara destek verirken, para ve maliye politikaları mecburen "müdahaleci" hâle geldi. Serbest Piyasa düzeninden tamamen uzaklaşıldı, devlet kapitalizminin ayak sesleri duyulurken dijital devler ülkelerin millî gelirlerinden daha büyük oluşumlar hâline geldiler. Bireylerin dijital çözümlere muhtaç hâle gelmesi, kaçınılmaz olarak hükûmet-dijital şirket ilişkilerini güçlendirdi. Özgürlükler ve haklar dijital firmaların yardımıyla kısıtlandı, her türlü davranış ve işlem izlenir hâle geldi. Siyasette otokrasi güçlenirken, finansal piyasaların bundan etkilenmemesi beklenemezdi. 

 

Bugün, özellikle tasarruf eksikliği yaşayan ve parası değer kaybeden ülkelerin hükûmetleri dijital imkânları kullanarak sermaye hareketlerini, paranın fiyatı olan faizi, döviz alım satımlarını, kaynak hareketlerini kontrol etmekte ve müdahale etmektedir. Burada "İmkânsız üçleme" yani "Impossible trinity" adı verilen tezi bir hatırlamak gerekiyor: Bir ülkede sermaye hareketleri serbest iken dövizi sabit tutup bağımsız para politikası uygulamak sonuç vermez. Bunu birkaç kere inatla deneyip başaramayınca, "o zaman sermaye hareketlerini kısıtlayalım" şeklinde yaklaşımlar ortaya çıktı. Elbette bunu göstere göstere yapmak yabancı sermaye ve ülke repütasyonu açısından sıkıntılı olacağı için, oldukça karmaşık ve her gün değişen bir politika kokteyli ile sunulması uygun görüldü. Mesela, ülkeden para çıkışına yüksek bir vergi koymak, döviz alım satımına yüksek vergi koymak, ihracat gelirlerini zorla ulusal paraya çevirmek, döviz satın alanları tespit edip telkinde bulunmak ve nihayetinde tüm sermaye işlemlerini otoritenin müsaadesine bağlamak gibi işlemler, artık sermaye hareketlerinin o ülkede serbest olmadığını gösterir. Böyle bir durumda döviz kuru ve faizi piyasa gerçeklerinin dışında belirlemek bir süreliğine mümkün olabilir. 

 

"Peki sonunda ne olur?" diye soranları duyar gibiyim. Bu hikâyenin sonu pek iyi bitmez. Geçmişte de bitmedi zaten. Latin Amerika ve diğer kıtalardaki birçok gelişen ülke bunları denedi, sonuç vermedi. Yabancı tasarruflara ihtiyacı olan ülkelerin böyle tehlikeli denemeleri yapması neticesinde sefalet arttı ve iktidarlar değişti. Kapitalist sistemin meydana getirdiği sıkıntıları liberalizm yani serbest piyasa kurallarıyla oluşmuş "eşit şartlarda rekabet ortamının" iyileştireceğine inanmak gerekiyor en başta. Bu arada rekabet ortamını denetleyin kurumların etikten ayrılmadan ve kuralları gevşetmeden çalışması, hükûmetlerin müdahalesinin sınırlı süre için olması en önemli şart.

 

Unutmayalım: Siyaset piyasaları kontrol etmeye ve düzenlemeye alışırsa, demokrasi ve özgürlüklerden kopuş başlamış demektir.

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.