Yurtta barış dünyada barış...

Sesli Dinle
A -
A +
Yurt içinde ya da yurt dışında, herhâlde bir ayda 20'den fazla konuşma yapıyorum. Bazen aynı kuruma birkaç kez üst üste konferans verdiğim de oluyor. Her gün Spotify paylaşımı yaparken, emrealkin.com'dan Türkçe ve İngilizce günlük yorum paylaşıyorum. Her cuma Türkiye gazetesine yazı yazarken, haftada bir kez de YouTube paylaşımı yapıyorum. Unutmadan Tomorrow's Affair dergisinde de yüz binler tarafından okunan İngilizce yazılarım var... 
 
Tüm bu yoğunluk içinde farklı yerlerde, farklı konularda ve farklı zamanlarda konuşma ve paylaşımlar yaparken, yazılar yazarken, öncesinde ciddi bir çalışma yapıyorum. "Birkaç ay önce daha farklı konuşmuştunuz" diyenler olmasın diye, daha önce yaptığım sunumları gözden geçiriyorum. Elbette bu devirde sürekli anlık değişimler yaşanıyor, buna göre beklentiler de aynı kalmıyor. Ancak, söylediklerimizin istikrarlı olabilmesi için farklı senaryolara uygun öngörüleri seslendirmek gerekiyor. Mesela Türkiye'de seçim sonrasıyla alakalı öncelikli olarak şu senaryoyu aktarıyorum:
 
- "Kim kazanırsa kazansın mutlaka serbest piyasa ekonomisine kademeli olarak geçiş yapmak gerekiyor." 
 
Bu senaryonun alternatifleri ise şunlar:
 
1. "Ortodoks Politikaları"na Hemen Dönüş: Ciddi sıkıntı olur. Hem döviz hem de faiz hızla yükselir, enflasyonun önce sert yükselir sonra düşer, yerel seçimlere doğru giderken 2023 yılını tatsız bir şekilde bitiririz. 
 
2. Kontrollü Modelde Israr Etmek: Sadece ulusal anlamda değil uluslararası anlamda piyasa mantığından koparız. Döviz Rezervleri ve Operasyonları oluşacak türbülansı önleyecek güce sahip olmadığı için karaborsa zirve yapar. Enflasyon ve hayat pahalılığı arasındaki makas astronomik boyuta ulaşır. Sonunda sert bir kur düzeltmesi bizi bekler. Faiz hızla yükselir, enflasyon da peşinden gelir. 
 
Demek ki, 1. ve 2. seçeneğin sonuçları hemen hemen aynı olacağı için, kademeli şekilde geçiş yapmak en uygun olanı gibi gözüküyor. Şimdi diğer senaryoyu paylaşayım.
 
- "Ekonomiden önce Adalet Reformu gerekiyor."
 
Bu senaryodaki kastım öncelikle Anayasal Kurumların Özerkliği, Hukukun Üstünlüğü, Sosyal Adalet ve Eşit Temsil Hakkı gibi düzenlemelerin hayata geçirilmesi, bunlardan sonra ekonomiyle alakalı yeni bir modelin uygulanması. Bir ülkede vatandaşlar zaruri ihtiyaçlarını tamamen karşılayamıyorsa, zaten orada siyaset adaletli şekilde yapılamaz. Toplanan vergilerin toplumsal fayda üretip üretmediğini sorgulamaktan çekinen, öncelikler konusunda sesini duyuramayan bir halk nihayetinde refahını yükseltemez. Devlet zengin bireyler oluşturmak için değil, mutlu ve huzur içinde yaşayan, sağlıklı bireyler oluşturmak için vardır. Bu şekilde bir hayatın önüne farklı bir alternatif koymayan siyaset biçimini oluşturmak en doğru yaklaşım olacaktır. Endişe içinde kitleler oluşturmak yerine, kendi özgür iradesiyle menfaatini kovalayan bireyler oluşturmak, şahsi çıkarların toplum menfaatinin önüne çıkmaması için gerekli düzenlemeleri yapmak gerekir. 
 
Bu senaryonun alternatifi ise şu: 
 
1. Güvenlikçi Politikalara devam etmek: Bu yaklaşım hem iç siyaset hem de dış siyasette "kontrollü gerginlikler" çerçevesinde yola devam etmek anlamına gelir. Bu durumda ülkede cepheleşmeler artar, diplomatik gerginlikler ve yakınlaşmalar arasında dalgalanma yaşanır. Devlet yönetimi liyakat yerine kısa süreli iş birlikleri ve sadakat üzerine tamamen inşa edilir. Toplum menfaati ve öncelikleri yerine, "içerideki ve dışarıdaki düşmanı korkutan mega projeler" üretilir. Seçilmiş iş insanlarını rekabetten koruyan yaklaşımlarla ekonomik faaliyetlerin çok az sayıda firmada toplanması sonucunda kaynaklar israf olur. Büyümede dalgalanma yaşanır. Döviz, Faiz ve Enflasyon el ele yükselmeye devam eder. Nihayetinde tam kontrollü piyasa düzenine geçilir. Modern Dünyadan kopulur.
 
2. Devlet Kapitalizmi: Bu model ekonominin tamamen devlet ve yabancı kurumların idaresinde yürüdüğü yaklaşımı temsil eder. Yerli Özel Sektörün dışa itildiği, devletin gücünü sürekli imtiyazlar sağladığı yabancı sermayeden alarak egemenliğini sağladığı bu sistemde vatandaşların istihdamı garanti altına alınırken özgürlükleri sınırlandırılır. Eski Doğu Bloku anlayışından türetilen bu sistemdeki tek fark, vatandaşların işte gösterdikleri becerileri siyasette gösterememeleri şartıyla, kariyerde yükselme, buna göre seyahat etme vs. gibi özgürlüklere sahip olmasıdır. Ulusal Paranın değerini Merkez Bankası değil bir Para Kurulu gözetirken, mal ve hizmetler devletin uygun gördüğü miktar ve fiyat doğrultusunda sunulur. Önünde sonunda Modern Dünyadan kopulur... 
 
Yukarıda bahsedilen her iki model de özgürlükleri kısıtladığı için, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesine uygun düşmüyor. Her ikisinin de nihayette varacağı yer belli. Dolayısıyla öncelikli olarak tam demokrasiye geçiş yapmak ondan sonra ekonomik modeli elden geçirmek en doğrusu. Yatırımların kaynağının özel tasarruflar olduğunu biliyoruz. Özel tasarrufları "yerli" veya "yabancı" olarak tasnif etmenin sadece menşei açısından doğru olduğunu ve "güven" unsurunun öncelikli olduğunu bildiğimize göre karar vermek zor değil. İstikrarlı bir büyüme ve kalkınmanın sağlanması hukukun üstünlüğü ile perçinlenmiş halk egemenliği yani demokrasidir. Bunun için Parlamenter Demokrasiyi tüm tartışmaları, görüş ayrılıkları ve nihayetinde uzlaşma kültürüyle benimsemek gerekiyor. 
 
"Tartışma olunca vakit kaybı oluyor" diyerek, millet iradesini yok farz ettiğimiz zaman uzlaşmanın oluşturacağı katma değeri kaybediyor ve toplumsal menfaatin de önüne dikilmiş oluyoruz. Hukukun üstünlüğüyle perçinlenmiş halk egemenliğine bu açıdan bakmak belki de en doğru iş olacak. 
Bahsettiğim bu tartışmalar aslında yeni tartışmalar değil. Sokrat, Nizamülmülk, Şeyh Edebali, İbn-i Haldun, Descartes, Voltaire, John Adams, John Stuart Mill ve elbette Atatürk, eserlerinde, yaklaşımlarında, konuşmalarında ve uyarılarında söylemiş. Devletin dirlik ve düzeni, liyakat sahibi, sağlıklı, eğitimli, huzurlu ve düşünen bireylere bağlıdır. Bunun haricinde bir yol denenmesi her zaman ülkeleri çıkmaza sürüklemiştir.
 
Putin ve ona benzer liderlerle alakalı uyarıda bulunmuş aklı başında, basiretli insanlar olduğunu da unutmayalım. Atatürk'ün 1938'teki vefatından çok önce, Hitler ve Mussolini ile ilgili yaptığı uyarılarının ne kadar evrensel olduğu bugün daha net anlaşılmakta. Türkiye'nin barış içinde olması hiç kuşkusuz dünya barışı için de fayda sağlar. 
Seçimden sonraki Türkiye'nin dünya barışını gözeten adımları atması gerekiyor. Ancak öncelikle iç barışı sağlaması şart. Daha önce bunu başardı, bugün de başaracağına eminim.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.