Nesep, kimlik, soy sop

Sesli Dinle
A -
A +

Soy sop aristokratik bir hâdise değil, şahsın sahîh varlığının kişide ve toplumda uyandırdığı güvendir. Osmanlıda hem şehirlerde hem de köylerde nesep işi çok önemliydi. Pâdişahlar zâten çok net olan soylarını fermân ve hatt-ı hümâyûnlarda belirtirlerdi. Basit bir senette bile şecereye önem verilirdi.

 

 

 

İlk ve Orta Çağlarda küçük tabaka toplulukları, klânlar, boylar, kabîleler ve onları birbirlerine sıkı sıkıya bağlayan sosyal bünyeleşme ve tabakalaşma vardı, ama ötekileşme ve ötekileştirme yoktu. Şuurla idrâk edilen modern millet kavramı olmamakla birlikte kısmen de olsa agnostik (net bilinmeyen tanrı mefhûmu) dînî kavramlar veyâ politeist (çok tanrılı) inanışlar toplumları bir arada tutuyordu.

 

 

 

FİLOZOFLAR DÖNEMİ

 

 

 

İlk çağların profan (lâ-dînî) rehberleri olan filozoflar toplumları bir hayli etkiliyor aydın veyâ aydın olmayan sınıflara göre yelpâzede yer buluyorlardı. Dogmatikler dayatmacı olurken; Skolastikler dînî bağlamcı, Sofistler ise akıl oyunları ile insanları bağlıyorlardı. İnsan aklını zorlayan ve ancak bâzı akıl sâhiplerini etkileyen İlk Çağ filozofları temeli düşünmeye dayalı bir sistem olduğu için insanlara câzip geliyordu. Kralları, imparatorları etkisi altına almakta zorlanmayan bu üstün zekâlı insanlar yıllarca gündemden düşmemişlerdir.  Bu akımı çağlara göre şöyle sınıflandırabiliriz:

 

1-Sokrat Öncesi Dönem veyâ Presokratistler (MÖ 5.yy)

 

2-Aristo, Platon Dönemi (MÖ 5.yy)

 

3-Aristo sonrası Dönemi (Helenistik Dönem, MÖ 3-1. yy)

 

4-Yeni Platonculuk Dönemi (Dînî dönem, MÖ1, MS 6. yy)

 

Felsefe insan topluluklarını çok etkilemiş, insanları ya agnostik veyâ ateist yapmış, filozoflar kendi akıllarını en tartışılmaz aklı saydıkları ve peygamberleri kabûl etmedikleri için ilkel deistlerin yâni peygamberlerin varlığına inanmayan muğlak “tanrı” kavramcılığı olan agnostisizmin doğmasına sebep olmuşlardır.

 

Felsefe İslâm dünyâsını da özellikle 10-11 asırda çok etkilemiş çok zekî âlimler maalesef bu akımın tuzağına kapılarak îtikâdî depresyonlara düşmüşlerdir.

 

Sübûtî sıfatların tartışılmasından âhıret âleminde ruh beden berâberliğini şüpheye düşürecek kadar veyâ daha başka sıkıntılı fikirlerle zamanın insanlarını ifsâd etmişlerdir. Bu sıkıntılı dönem bir yandan Mu’tezile bir yandan da Şi’â tasallutuna karşı Ehl-i sünneti yıpratma haddine varmıştır. Ama İslâm dünyâsı Rahmet-i ilâhiyye ile yetişen kelâm âlimleri bu akıma kal’a olmuşlar ve ümmeti büyük bir tehlikeden kurtarmışlardır.

 

İmâm-i A’zam Ebû Hanîfe, Hasen el Basrî, İmâm Şâfiî, Ebu’l Hasen el- Eş’arî ve İmâm Mâturîdî hazretleri gibi müthiş âlimlerin getirdiği usul, varlıkları tabîî bilimler ile değil (mebde ve meâd) yaratılış ve döneceği yerle ilgili mes’eleler açısından konu etmiştir. Kaynak Kurân-ı kerîm ve Ehâdîs-i Nebeviyye idi.

 

İmâm Gazâli hazretleri ile birlikte (ö 505 – 1111) kelâm ilmine felsefe konularıyla mantığın birçok konusu da girmiş ve bu büyük âlim bu bilgilere dayalı olarak felsefeye reddiye olarak “Tehâfütü’l-felâsife” adlı müthiş antitez kitabını yazmıştır.

 

 

 

İLK KAPİTALİSTLER: MERKANTİLİSTLER

 

 

 

İlk ve Orta Çağların önemli toplulukları Merkantilistler ve bunun sonucu doğan Merkantilizm (Kapitalizmin habercisi olan tüccar topluluklar) önceleri Fenikeliler, Soğdlar, Lidyalılar, Âsurlular ve Romalılar, ticârî koloni topluluklar kuruyorlar ve insanları bu şekilde yönetiyorlardı. Kervanlar sâdece mal taşımıyor büyük kâfilelerle insanları değişik bölgelere de ulaştırıyorlardı. Bu şekilde bu pragmatist zihniyet ilk taşımacılık sektörünü de kurmuş oluyordu.

 

 

 

HÂNEDANLIKLAR, ASÂLET VE SINIFLAR

 

 

 

İlk ve Orta Çağlarda ırkî temâyüller pek gözde değildi; buna rağmen ayrıcalıklı veyâ ezilen halk toplulukları vardı. Antik Roma’da sosyal yapı Roma monarşisi günlerinden (MÖ 753-509) ve Antik Roma Cumhûriyeti boyunca sosyal yapı “patrisyenler” ve “plepler” olarak iki farklı sınıfa ayrılıyordu. Plepler askerlik yapmayan ticâret ve zenâatle uğraşan hür sınıftı. Patriciler veyâ patrisyenler sayıları az olan fakat idâreyi elinde bulunduran sınıftı. Genelde ise liberi (hürler) ve servi (köleler) olarak da ikiye ayrılırlar. Her toplumun köleleri insanî hakların hiçbirinden yararlanamayan sınıftı. İslâmiyetle birlikte kölelik fiilen kalkmasa bile örfî temâyüllerle yanında çalıştığı kişinin bir çalışanı gibi her haktan faydalanıyor ve hür bir insan gibi yaşıyordu.

 

Orta Çağ Avrupa’sında idâre de hukuk da kilisenin emrindeydi. Hristiyanlığın iki ana mezhebe ayrışması sonucunda iki mezhep iki ayrı din gibi kabûl edilmişti. Birbirlerine düşmanlıkları o seviyedeydi ki Aziz Bartalmay Yortusu Kıyımı bu ayrışmayı çok net anlatır. 1572 yılında Fransız Din Savaşları sırasında Huguenotlar’a karşı Katolik çetelerin katliâmıdır. Binlerce insan işkencelerle öldürülmüş, başta Paris olmak üzere sokaklardan kanlar akmıştır.

 

 

 

NEFRETE DAYALI TOPLULUKLAR

 

 

 

İslâmofobi: Özellikle genelde Avrupa’da ve bütün dünyâda giderek yaygınlaşan İslâmofobi “İslâm düşmanlığı” bütün diğer dinleri, agnostikleri, deistleri ve ateistleri açık bir nefret topluluğu hâline getirmiştir. Psikopatlar, siyâsîler, devlet adamları ve İslâm’ı hiç tanımayan kimseler bu topluluğun kopmaz üyeleri hâlindedir. Avrupa’da siyâsî liderlerin oy artırma parolası da İslâmofobidir.

 

LGBT: Dünyâyı giderek saran bir büyük tehlikeli topluluk da LGBT’lilerdir. Tam açıklanmasa da âile yıkımı için kurulmuş bir ahlâkî tahrîbat idealli sapkınlar topluluğudur. Bu eş cinseller âile yapısının en büyük düşmanları olup kendilerine âit olan sembol ve çok renkli flâmaları ile dünyâyı tehdîd eder hâle gelmişlerdir. Bugün Batı’da kilisenin bile kanatları altına saklanan bu gürûha karşı direnen tek güç İslâm toplumudur. Bu yüzden de İslâm ülkelerinde de özellikle ülkemizde faâliyetlerini giderek artırmaktadırlar. Çıkarılan oyuncaklarında üniseks (cinsiyetsiz) çocuklar, ilkokul diploma törenlerinde bile o renkli flâma altında öğrencileriyle resim çektiren öğretmenler tehlikeli unsurlar hâlindedir. Batı’da zâten normal bir hâle gelen bu topluluklara Türkiye’de hassas davranılmalı ve sık sık düzenlemek istedikleri yürüyüş ve mitinglerine izin verilmemelidir. Tabîî, bu arada bunlara sâhip çıkan siyâsîlere de müsâmaha gösterilmemelidir. Unutulmamalı ki bu azîz milletin hemen tamâmına yakını bu sapık temâyülden nefret etmekte ve çocuklarının bu akımın pençesine düşürmemek için İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkmaktadır. Bu yüzden âileler özellikle ufak çocukların cinsiyet ayrımına dikkat etmeli, erkek çocukları erkek gibi kız çocuklarını da kız gibi giydirmemelidir. LGBT her şeyden evvel LÛTÎ kavramıyla kitâbî dinlerde la’netlenmiştir.

 

PSİKOLOJİK HİPNOZ TOPLULUĞU, MÜZİK GRUPLARI: Dünyâ için özellikle de ülkemiz için bir diğer büyük tehlike de müzik topluluklarıdır. Dünyâ gençliğini hipnotize eden rock’çular, rap’çiler, Heavy Metalica’cılar, özellikle dış görünümleri ile BTSarabesk gençleri hipnoz hâline sokup bol miktarda tükettikleri uyuşturucu maddeler yanında zenginleri 1 gramı 27 milyon dolar olan “kaliforniyum” kullanmaktadırlar. Bizde de bu topluluklara özentili gençler arasında ilköğretime kadar inen uyuşturucu kullanımı artmaktadır. Dikkat edilmesi gereken de orta öğretim mekânlarını ablukaya almalarıdır.

 

FANLAR VEYA HOLİGANLAR: Her gün artarak devâm eden ve normal piyasaları allak bullak eden transfer borsalarıyla gündemden hiç düşmeyen özellikle futbol, bir spor olmaktan çıkıp açık bir kumar toplumu meydana getirmiştir. Savaş alanını andıran ve insanların yaralanıp öldükleri hattâ ülkeleri birbirleriyle savaştıran futbol 1950’lerin heyecan veren ve insanların aynı tribünlerde aynı anda maç seyrettikleri günleri mâziye gömüp aynı takımı tutan geniş akrabâ toplulukları meydana getirmiş ve karşı takımı tutan âilerde ayrışmalar artmıştır.

 

At yarışçıları: Ecdâdımızın en sevdiği sporlardan olan at biniciliği de hipodromların açık kumarhâneler hâline gelmesiyle spor olmaktan çıkarılmıştır.

 

Evrensel siyâsî ve ticârî topluluklar, masonlar: Dünyâda varlığı dâimâ saklı duran fakat hiç eskimeyen aristokrat, geniş kıt’alararasıyla bağlı bir diğer teşkilât da masonluktur. ABD-İsrâil-İngiltere sacayağında şekillenen bu topluluk para piyasalarına hâkim oldukları için en etkili toplulukların başında gelmektedir.

 

           

 

İSLÂM ÖNCESİ TOPLULUKLAR

 

 

 

İslâmiyetten evvel Arabistan’da kabîlecilik çok önemliydi. Ticârî üstünlüğü ellerinde bulunduran Kureyşîler, Kâbe’nin de ticâret merkezi olmasından çok yararlanıyorlardı. Kâbe İslâm öncesi içinde bulundurduğu putlarla müşriklerin hürmet ettikleri bir mekân olmakla birlikte, bu aristokrat ticâret erbâbı, müşriklerin Hakk dîne karşı koymalarının esas sebebi ticârî endekslerinin düşmesi ve İslâmiyet’in getirdiği eşitlik ilkesiyle sınıf üstünlüklerini kaybedip kölelerle insânî plânda bir sayılmaları ve hiçbir hakkı olmayan kadına nikâh, mîrâs ve boşanmaktan dolayı mağdur olmalarını engelleyen kurallardı.

 

İslâm’ın getirdiği ümmet topluluğu Suk-i Ukkâz entelijansiyasının Kur’ân-ı kerîmle berhevâ ederken İslâmiyetle doğan hatîbler, Arab’ın İslâm öncesi hitâbet san’atını da bloke ediyorlardı.

 

Sosyal sınıflamada insan eşitliği o derecede idi ki İslâm’ı kabûl eden köleler İslâm ordularına komutan oluyor, büyük şehirlere vâli, danışman oluyor ve bir Habeşî köle olan Bilâl-i Habeşî hazretleri Yüce Peygamber’imizin müezzini olmakla şerefleniyordu.

 

İslâm öncesi Araplarda kişi varlığı ferdî egzistansiyalizm diyebileceğimiz soy belirleme çok eski bir gelenekti; bir ufacık çocuk bile kendi âilesinde onuncu dedesine kadar şeceresini sayabilirdi. Bu hâl o şekilde idi ki hattâ at ve develerin bile şecereleri tutulurdu.

 

 

 

OSMANLIDA SOY SOP

 

 

 

Osmanlıda kişi kimlikleri baba ve oğul adı birlikte anılarak belirlenirdi. Cumhûriyet dönemiyle “imtiyazsız, sınıfsız bir toplum” sloganıyla önce zâde, gibi köklere dayalı soyadları yasaklandı. Hâlbuki Ali-zâde Ahmed’in köyde ne imtiyâzı olabilirdi ki! Sonra aynı âile ve soydan gelen “-gil” ekleri kullanıldı. Uşşâkîzâde Hâlid yerine Hâlid Ziyâ Uşaklıgil oldu.

 

İmtiyazlılık çok kompleks bir kavram. Bir köyün köklü âileleri elbette o dar bölgelerde sayılıp sevilirdi. Geniş arâzîsî olan bu insanlar köyde birçok kişiye tarla ve sürülerinde iş imkânı sağlardı. Makinanın gelişmediği ve kol gücüne çok ihtiyaç duyulan zamanlarda bir insan gücüne çok ihtiyaç vardı.

 

Ağalar 1960’ların romanlarına konu olan sosyalist-komünist kalemlerin yerden yere vurdukları Avrupalı derebeyler gibi değildi. İçlerinde elbette haksızlık yapanlar da olmuştur. Ama sınıfsal olmasa bile saygı asâletine dayalı bu insanlara düşmanlık sosyalist-komünist yazarların geçim kaynağı olmuştu. Nâzım Hikmet’in “Kelimelerde bile düşmanıyım asâletin” sözü bu tezi doğrulamaktadır.

 

Köy insanının nesebi çok sahîhtir. En azından yaşlılar yeni neslin birkaç atasını mutlakâ bilirler. Ekonomik zorlama, köyleri boşaltıp şehirlere düzensiz göç başlayınca yeni sosyal yapılanma karmaşık nesillerin doğmasına yol açtı.

 

 

 

OSMANLI VESİKALARINDA NESEP

 

 

 

Osmanlıda hem şehirlerde hem de köylerde nesep işi çok önemliydi. Kassâm defteri gibi basit bir senette bile şecereye önem verilip ve titiz davranılırdı. Osmanlı Devleti 620 sene yaşadıysa kısmen bu ihtimâmlı vesîkacılığa dayalı olmasıydı.

 

Pâdişahlar zâten çok net olan soylarını fermân ve hatt-ı hümâyûnlarda bilhâssa belirtirlerdi.

 

Muhteşem Süleymân’ın Fransa Kralı Françesko’ya yazdığı mektûptaki tuğrada “Süleymân Şâh bin Selîm Şâh el-muzaffer dâimâ” yazılıdır.

 

           

 

İSLÂM BÜYÜKLERİNİN ŞECERELERİ

 

 

 

Yüce Risâletpenâh Efendimiz’in şeceresi ma’rûf-ı cihandır (bütün âlemin bildiği). Onun büyük halîfesi ve Emîrel-Mü’minîn Hazret-i Ömer’in soyu da 12 göbek evveline kadar bilinir.

 

Arap halkı genellikle Adnân ve Kahtân soyundan gelir. Bunlardan Adnân’ın soyu Hazret-i İsmâîl’e kadar iner. Adnân’dan 12 kuşak uzakta olan Mâlik oğlu Fihr büyük ve iktidâr sâhibi bir kişiliktir. Meşhûr Kureyş kabîlesi onun soyundan gelmektedir. Hazret-i Ömer, Adîy’nin soyundan onun kardeşi Mürre de Efendimiz’in atalarındandır. Görülmektedir ki Efendimiz bu asîl soylu Ömer-i âdil ile aynı soydan gelmektedirler. (Bütün Yönleriyle Hazret-i Ömer ve Devlet İdâresi, Allâme Şiblî Nu’mânî, Türkçesi Prof. Dr. Tâlip Yaşar Alp, Mahya Yayıncılık 2015, İstanbul s.29)

 

Demek ki soy sop aristokratik bir hâdise değil, şahsın sahîh varlığının kişide ve dolayısıyla toplumda uyandırdığı güvendir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.