Osmanlı Türk değil miydi?

Sesli Dinle
A -
A +

Yıllardan beri genelde ilmî bir tabana oturmamakla birlikte özellikle, târihle ilgisi olmayan ve hakîkati değil spekülatif tezleri ortaya süren bâzı kişilerin ortaya attığı tuhaf bir teori vardır: Osmanlı Devleti Türk değildir…

 

Bu konuya merak sâikasıyla değil de ters açıdan bakanlar, sâdece devlet adı ve anne evliliklerine dayalı olarak Osmanlının hibrit (melez) bir sülâleden kurulu olduğunu savunurlar. Bu bilgilerin belgesel gibi algılanan TV dizilerinin tetiklediği dezenformasyona ve târih düşmanı güdümlü câhillerin yazı ve kitaplarına dayalı olduğu açıktır. O zaman düz bir mantıkla diyalektik olarak sormak gerekir: Osmanlı Türk yapılı bir devlet değilse nedir? Bu soruya cevap verebilmek aksini savunanlar için hiç de kolay değildir.

 

Hiçbir tarihçi Osmanlı Devleti “Türk değildir” dememiştir.

 

Osmanlıda etkili olan vâlide sultanlar da olmuştur ama sayıları çok azdır. Onlar da özel sebeplerledir. Bunlar, Mihrimah Sultan, Nurbânû Sultan, Safiye Sultan ve özellikle de Kösem Sultan gibi isimlerdir. Kösem Sultan, 4. Murâd Han tahta çıktığında 11 yaşında olduğundan nâip (bir makâmı geçici bir süre yüklenen) sıfatıyla bizzat devleti yönetmiştir.

 

Avrupa’da da bu uygulama vardı. Meselâ 5. Henry babası 1422’de ölünce 1 yaşında tahta çıkmıştır. Buna nâipliği genellikle dükler yapmakla birlikte validesinin etkinliği bilinmektedir.

 

Şöyle bir bakıldığında tahta çok küçük yaşta geçen bir sürü kral vardır: Simoen Saxe, 7  yaşında Bulgaristan çarı olmuştur. Tutankamon, 9 yaşında tahta çıktı; Doğu Roma Bizans İmparatoru 2. Teodoisius, 7 yaşında, VI. Mithirades, 14 yaşında; 13. Ptolemaios Antik Mısır’ın son Elenistik kökenli kralı 11 yaşında tahta çıktı; Elegabaus Roma İmparatoru olarak 15 yaşında tahta geçti. Batı Roma İmparatoru Romulus 12 yaşında tahta geçmişlerdir.

 

“Osmanlıyı çocuklar yönetti” diye yıllardır bağıranlar bir iki küçük yaş vekâletini dillerine dayayarak ortalığı bulandırmaktadırlar. Görüldüğü gibi monark idârelerde bu hâl genel bir teâmül olarak işlemiştir. İşin aslını bilmeyenler, bu tabîî ve sosyolojik olayı çarpıtmaktadırlar.

 

Ayrıca birkaç vâlide sultan dışında hiç birisi yönetimde doğrudan etkili olamamışlardır. Onların saltanâtı “Harem”dedir. Harem deyip geçmemek lâzım; sarayın en mühim departmanlarından birisi haremdir.

 

Osmanlıda saltanat babadan oğula geçtiği için ve Türkler ataerkil olduğundan anne şehzâdelerle fazla görüşmez; onları yönetime lâlâlar (atabey) hazırlar ve vâlilik ve sancak beyliğinde yalnız olurlardı. Yânî ana sultan, vâlide, yâni dünyâya getirendir. Çocuğuna etkisi çok azdır. Bu yüzden annenin vâlideliği dışında sultanlara pek etkisi olmamıştır.

 

Diğer bir konu da şudur: Niçin Bilge Kağan’dan sonra genelde devlet başkanları (pâdişahlar, hakanlar) özellikle Türk vurgusu yapmamıştır. 

 

Köktürk Devleti, homojen bir etnik yapıya sâhipti. Yâni hemen hemen sâde Türklere dayalı bir devletti. Öyle ki, belli bir döneme kadar Çin bile ilgi alanlarında değildi. Daha ileri gidersek savaştıkları kavimler bile kendileri gibi Türk’tü. Avar, Karluk veyâ Moğol asıllı düşmanları Kıtaylar, yine Türk boyları olan Basmıllar, Tatarlar Otuz Tatarlar, Uygur vb. birbirleriyle ve özellikle de Köktürklerle savaşırken etnik bir mensûbiyetten ziyâde toprak ve otorite esas mes’eledir.

 

Geniş Asya bozkırlarında devlet kuran Türkler değişik adlar altında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunların en eskileri Hunlar (>Hiyung-nu/Koyunlu ) AvarSibir; Bulgar (İtil ve Volga) Oğuz (Anadolu) ve Horasan Türkmenleri veyâ adlarını hiç değiştirmeden zaman içinde varlıklarını koruyan Kırgız, Uygur, Yakut > Saha, Çuvaş vb. hep aynı devlet veyâ Türk topluluklarının adlarıdır.

 

Târihte ilk def’a Göktürk Devleti kağanı ve komutanı Bilge Kagan, kendi kök adı ile anılan Köktürk Devleti’nin başına kağan olmuştur. (Prof. Dr. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, s.17, Boğaziçi Yay. 1987 İstanbul)

 

Ayrıca aynı âileden geldiklerini yine aynı kitâbelerde zikrederler: “Kişi oğlunun üzerine ecdâdım Bumin Kağan (Mukan Kan) ve İstemi Kağan idâreyi ele almış.” (Age, Orhun Abideleri, D.1 s. 67)

 

Kendi adına Türk Bilge Kağan demek ve devlet adını Köktürk olarak zikretmek bir ilk olduğu için çok önemlidir. Etrâfındaki Tokuz Oguz, Otuz Tatar beylerine de hitâb eder. Yine devamla “Eğer güneye Çogay Ormanı’na, Tögültün Ovası’na gidersen Türk Milleti öleceksin.” (Age, Orhun Abideleri, K.B-1, 6-7)

 

“Türk Kara Kamag” (Türk halkı) ve kendi soyundan olan kavimlerden bahsederken de Kırgız’ın, Kurıkan’ın, Otuz Tatar’ın düşman olduğunu belirterek daha önemli bir vurgu ile “Türgiş Kagan Türk’ümüz milletimiz idi. Bize karşı hatâ yaptı ve kağanıyla milletiyle yok oldu. Veyâ Türk Sir milleti yerinde boy kalmadı” gibi ifâdeler onların bu kadar kuvvetli bir Türklük şuûrunda olmalarına rağmen toprak ve otorite için birbirleriyle savaşmasına mânî olmamıştır. Bunun gibi asırlar sonra iki Türk cihângîri olan Yıldırım Bâyezîd ve Emîr Timur’un aynı sebeple savaştıklarını hatırlamak lâzım. Yavuz ve Şâh İsmâîl arasındaki savaş bunlardan farklı olup Şâh İsmâîl’n Şiî mezhep dayatması ile ilgili olduğunu da unutmamalıdır. Yine Karaman Beyliği, Akkoyunlu Devletlerinde de fetihlerin önlerinde engel olmaları da savaş sebeplerindendir.

TÂRİHTE ÖNEMLİ SÜLÂLE VE DEVLETLER

Bâzı kişilerin târîhin hiçbir gerçeğine uymadan yalnız Osmanlıyı sülâle devleti olarak suçlamaları da târih ve sosyolojiden ne kadar habersiz olduklarını gösterir. Hâlbuki bunun Avrupa’da örnekleri vardır.

 

Habsburg Hânedânı:

 

İç Avusturya sülâlesinden en kadîm üyesi III. Frederick, 1440’larda Alman kralı oldu. 1452’de Kutsal Roma İmparatoru olarak taç giydi. Habsburglar Batı dünyâsının en prestijli seküler unvânına sâhip oldular. Yüzyıllar boyu Roma İmparatoru unvânını ellerinden bırakmayan Habsburglar; İtalya, İspanya, Yeni Dünyâ ve Pasifikte yayılarak Şarlken’in tâbiriyle “Yüzünde güneş batmayan bir imparatorluk” hâline geldiler.

 

Hânedânlarda akrabâlık bağları oldukça önemlidir. Avrupa’da 10’u mîras yoluyla el değiştiren 12 krallık bulunurken, Danimarka, Hollanda, Norveç ve Lüksemburg’da Alman kökenli; İsveç ve İspanya’da Fransız kökenli hânedanlar tahtta oturuyor. İspanya kralı, yakınlarda vefât eden Kraliçe Elizabeth’e “hala” diye hitâb ediyordu.

 

Büyük Selçuklu Hânedânı:

 

Selçuklular Orta Çağ’da Oğuz Türklerinden Kınık Boylu Tuğrul Bey tarafından 1037’de kurulmuştur.  Selçuklular Îran’ın geniş dil ve kültürü etkisinde kalmıştır. Bunları başkentleri, Nişâbur, Rey, Isfahan ve Merv olurken, resmî ve hukuk dilleri Farsça; halkın dili ise Oğuz Türkçesiydi. (Eski Anadolu Türkçesi)

 

Devlet hânedânına adını veren Selcuk>Selçuk; Selcük veyâ Sercuk giderek Selçuk adıyla anılmıştır. Gerek Büyük Selçuklu ve gerekse Anadolu Selçuklu Devletleri hepsi bu adla devletlerini yürütmüşlerdir. Selçuklu Devleti’nin en eski atası veyâ Selçuk Bey’in eski adı Oğuz-Yabguların subaşılığını yapan Dukak’tır. Sonradan kaynaklara Selçuk olarak geçmiştir

 

Köktürk Devleti, şahıs adıyla anılmasa da hanlığın babadan oğula veyâ erkek yeğene geçen bir yönetim şekli oluğu unutulmamalıdır. Türklerde oğul olmadığı zaman erkek yeğene geçen bir soy hânedanlığı vardır.

 

En çok tenkîd edilen konuların başında Osmanlı soyunun anne tarafından Türk olmamakla suçlanmasıdır. Buna bâzı açıklamalarla cevâp verelim: “Bir câriyenin çok iyi Türkçe öğrenmesi lâzımdır. Öyle filmlerdeki gibi yamuk yumuk Türkçe ile pâdişâhın huzuruna çıkmak mümkün değildir. Bu pâdişah annelerini hangi tarafları Türk değildi acabâ? Bundan öyle bir sonuç çıkarabilmek külliyen spekülasyondur.” (Türklerin Altın Çağı, İlber Ortaylı, Kronik Yayınları, s.48, 2017)

 

(Muhteşem Yüzyıl ve Hurrem Sultân’ı hatırlayalım. O Hurrem Sultân ki Rohatyn-Ukrayna doğumlu olup 1558’de İstanbul’da vefât eder. Kendisinin yaptırdığı dârü’l- kurrâ’da (Kur’ân ilimleri veren ve hâfız yetiştiren mektepler) Süleymâniye Câmii avlusunda, Kânûnî’nin yaptırdığı türbede medfûndur. Buraya defni kendi vasiyeti ile olmuştur. Bu sultan Haseki Câmii, medrese ve mektep, imâret ve dârü’ş-şifâdan oluşan Haseki Külliyesi’ni yapar. Ayrıca Ayasofya Çifte Hamamlar, Kudüs, Mekke ve Medîne’de hayır eserleri binâ eder. Şimdi biz mübârek hatuna, gayr-i müslimdi ve Türk âdâbını bilmiyordu mu, diyeceğiz. Hurrem Sultân’a kem sözler söylemek vebâldir. Türk ve Müslüman doğmak elbette önemlidir ama ne Türk gibi davranan ne de Müslüman gibi hareket eden bir kimse hangi milletten olursa olsun, mes’ele bu mudur?)

 

Osmanlı Devleti’nin Türklükle bir mes’elesi var mıydı? Sorusuna Ortaylı şöyle cevâp verir: “Osmanlı Türk’tür. Ordunun dili Türkçedir. Kançılaryanın (diplomasi) dili Türkçedir… Devleti kuran hâkim unsur Türk aşîretidir… Bu İmparatorluk Türk’tür! Devşirme denilen sistemde ordunun sâdece çekirdek kısmına asker te’mîn edilmiştir; o da Türkleşme sürecine girmiştir. Bürokrasi için de aynı durum geçerlidir. Biz burada ırkıyat yapmıyoruz. Bu adamlar Türkçe konuşuyorlar; Türk eğitimi görmüşlerdir. Eğitim gördükleri ordu da Türk ordusudur. (Age, İlber Ortaylı, Türklerin Altın Çağı.)

BİR BAŞKA AÇIDAN

“Osmanlı Devleti Moğol istîlâsı sebebiyle Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş bir Türkmen topluluğu tarafından Anadolu Selçuklu Devleti’nin Bizans sınırında bir uç beyliği olarak kuruldu. Kısa süre içerisinde fetihler sebebiyle çok sayıda Hristiyan ve Yahûdî Osmanlı tâbi’iyyetine girdi. Yavuz Sultan Selîm’in fetihlerinden sonra Müslüman nüfus gayr-i müslim nüfûsu geçti.

 

1071’den îtibâren Anadolu’ya az sayıda Türk geldi. Moğol istîlâsıyla bu sayı arttı. Fakat esas Türk nüfûsu artışı 16. asırdan sonraki Osmanlı hükûmetinin “Göçebelerin İskân politikası”yla gerçekleşti.  Müslümanlar içinde Türkler sayıca üstün oldukları gibi, hânedân, ulemâ ve ordu vesîlesiyle hâkim gruptur.

 

 

 

MİLLET-İ HÂKİME

 

 

 

Osmanlı Devleti’nde 15. asırdan îtibâren her 30 senede bir muntazam olarak toprak ve ahâlî sayımı yapılırdı. Bu bakımdan 16. asırda Osmanlı nüfusunun 30 milyon civârında olduğu tahmîn edilmektedir.1845’te 35 milyon nüfusun 20 milyonu Müslüman, 15 milyonu gayr-i müslimdir. Türkler 10, Araplar7, Kürtler 1 milyondur.

 

Sultan II. Mahmûd “Ben tebaamın Müslümânını câmide, Hristiyânını kilisede, Yahûdîsini havrada tefrîk etmek (ayırmak) isterim. Aralarında başkaca fark yoktur; hepsi benim evlâtlarımdır” demiştir.

 

Osmanlı dönemi, 1908’lere kadar milliyetçiliğin olmadığı, ırk ve etnik kimliğin hiçbir mânâ ifâde etmediği bir zamandır. Hânedan Türk’tür. Resmî ve askerî muhitte Türkçe konuşulur ama bir Türklük şuûrundan söz edilemez.

 

Bir Osmanlı vatandaşı için gerçek kimlik Osmanlı Hânedânı’nın kurucusu olan pâdişâha izâfeten ülke vatandaşlarına verilen bir isimdir. Sırplar aynı dili konuşurken Ortodoks milletinden sayılır; fakat Bosnalılar Sırplarla aynı dili konuşurken Müslüman millet-i hâkimesine mensuptur. Avrupa Osmanlılara Türk derken Müslümanlığı kastederek “Türk oldu” derlerdi.

 

İttihâd ve Terakkî Cem’iyyeti önce Osmanlıcılık siyâsetine sarıldı. Bu arada kavmiyetçilik şuûruyla değişik gayr-i müslimler ayrılık sevdâsına düştü. Türkleştirme politikası Arapları ve Arnavutları kopardı.

 

Türkleştirme politikası (zamanla) Türkleri mâzîsinden kopardı. Geçmiş bir yandan reddedilirken, bir yandan da bir mîrâsın parçası olarak görüldü.

 

Modern demokrasilerde etnik kimliğe vurgu yapılmaz. Amerika, İngiltere ırka göre değil ülkeye göre isim almıştır.” (Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Osmanlı Devleti Bir Türk Devleti miydi ekrembugraekinci.com., 1 Nisan 2013, web sitesi)

 

 

 

NETÎCE OLARAK

 

 

 

Beş bin yıllık Türk târihinin yeni bir dönemini yaşıyoruz. İdârî şekiller değişmiş olmakla birlikte bu millet Türk’tür. Aynı Göktürk, Uygur, Selçuklu ve Osmanlı gibi...  Mâzî tek yönlü yaşatılamaz. 1000 yıllık İslâmî potansiyeli yok sayarak bu asîl millete yalnız Türk veyâ yalnız Müslüman diyerek kenetlenmiş cüzleri görmezseniz, bu millete hakâret etmiş olursunuz.

 

Böyle bir şerefli mâzîyi yaşamış olmak için nev-zuhûr (yeni yetme) millet ve devletler neler vermezlerdi ki. Biz yıllarca bu mâzîden koparılmamak için ne bedeller ödedik. Câna bedel dirençle bu millet, dînini, milletini, Türklüğünü unutmadı. Aşağılanarak, târihlerden bir dönem uzaklaştırılmak istenmesine rağmen, şerefli geçmişimiz tekrâr îtibâr mevkî’ine yükseltilmiştir.

 

Hazret-i Bilâl’in Kâbe damında okuduğu ezân-ı Muhammedî, Ayasofya, Süleymâniye ve Selîmiye minârelerinden yükseldidiği sürece, İslâm’ın ve Türklüğün kalesi olan bu mübârek topraklar bu asîl millete ebedî yurt olarak kalacaktır. Bu rûh maya tutmuştur. Rabb’im milletimizi ve devletimizi her türlü düşmanlardan, yer ve gök âfetlerinden iç münâfıkların şerlerinden hıfz u emîn eylesin…

 

Yakında yaşadığımız ve milletçe üzüntüye boğulduğumuz felâketleri Cenâb-i zü’l-celâl bir daha yaşatmasın. Depremde âhırete intikâl eden kardeşlerimize rahmet ve bu acılı milletimize sabr-ı cemîl ihsân buyursun...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.