ANKARA’NIN FİLİSTİN’LE İMTİHANI!

Sesli Dinle
A -
A +

İsrail adlı devlet kılıklı dehşet örgütü, şartsız ve süresiz olan bir ateşkes kararıyla, 7 Ekim’den bu yana katlettiği ve yaraladığı her canlı ve yıktığı, enkaza döndürdüğü her bina ve her mal ve mülk için maddî ve mânevî tazminat ödemedikten, Türkiye’nin Filistin’in her türlü menfaatini koruyacağı mutlak garantörlüğünü kabul etmedikten ve gerçeği kabullenerek 1948 sınırlarına dönmedikten sonra “iki devletli çözüm” sözleri, İsrail’e zaman kazandıran bir avuntudan başka bir şey olamaz!..

 

Nitekim; Batı Şeria ve Gazze’yi kucaklaştırmayan, yekpâre ve muhkem Filistin Devleti’nin parçaları yapmayan bir mukavele ve haritayla iki devletli çözüm olamaz. Olsa bile yaşamaz. İki parçanın birleşmesi, ancak ve ancak İsrail’in 1948 hudutlarına çekilmesiyle mümkündür.
İlk söz 1967 değil, 1948’dir.

 

Keyfiyet bu iken İsrail örgütü, “yerleşimci” dediği işgalci gaspçılarla Batı Şeria’yı da gün gün koparıp aparmakta, çalmakta!..

 

Bıkmadan-usanmadan tekrarlamak şarttır:

 

İsrail’in “hudutlarım” dediği ve bugün iki devletli çözüme dayanak yapılmak istenen sınırlar, [defakto, emrivaki, oldubitti] gayrimeşru 
bir yapılanmanın eseridir. İşgal, dayatma ve gasp sonucudur. Adaletsizliğin tâ kendisidir. Ankara, İsrail’i 1948 sınırlarına dönmeye mecbur ve mahkûm etmelidir. Ankara, ‘Türkiye Yüzyılı’ndaki ilk büyük sınamayla karşı karşıyadır. Ya kazanacağız veya kazanacağız! Gazze’deki güllerimiz, Gaziantep’teki canlarımız için solmaktalar!

 

Su uyur düşman uyumaz!

 

Şu densiz cür’et gözden kaçamaz:

 

İsrail Genelkurmay Başkanı “Orta Doğu’nun her tarafına ulaşacak gücümüz var!” diye kendince tehdit savurmakta. Bu nâmert sözde kastedilen esas hedef, Türkiye’dir, Ankara’dır. Fakat bunun böylece telaffuzu yürek ister. Bu cahil cesareti cümle, her türlü imkândan mahrum Filistin Millî Kuvvetleri önünde rezil olmuş ahlâk ve insaf fukarası şımarık bir ordunun bozuk ve hasta halet-i ruhiyesini göstermektedir.

 

Dişlerini görüyoruz…

 

                    ***
          YÂRENLER!..

 


Unutamadığım o heyecan, o kalb çarpıntım, dün gibi, yakınımda ve sıcak ve ipeğimsi…

 

Şu sohbeti yaptığımız bugün, 9 Kasım 2023. Bugün; sonbaharın, güz mevsiminin kasımpatı, krizantem edalı bu gününde bir yıl dönümündeyim.
O, bir kalemin doğuşudur.

 

9 Kasım 1976’dan söz ediyorum.

 

Ne kadar da uzak bir takvim değil mi? Evet; ama değil! Sizler için herhâlde öyle lakin, bizim için sanki bir gün öncesi, sıcaklığı daha avucumda.
18 yaşımdayken Bâb-âli’de Sabah gazetesinin edebiyat sayfasında bir hikâyem yayınlanmıştı. Kalemle yolculuğum, aslında o zaman başlar. 9 Kasım 1976’da ise Türkiye gazetesinde bir sütun açıldı önümde. Sütunumun ser levhası, “Pırıltı”, “Tiranların Ölümü” ise ilk makalemin başlığıydı.

 

Varılmaz ufuklara doğru yol alan kalemle yolculuğumun bir memuriyet, bir misyon olduğunu telakki ettik, böyle inandık, böylece donandık. Kalem ki bu adla Kelâm-ı Kadîm’de sure-i şerif vardır. Görevimiz, vazifemiz, varlık hikmetimiz, bu ulu dâvânın, bu ölümsüz İslâm dâvâsının, bu büyük milletin ve bu kederli, darmadağınık olmuş ümmetin yapabildiğimizce bir Er’i olmaktı. Sahib’ül seyf’ül ve’l kalem olmasak da kalem ve kelâm emanetine muhatap olma şerefine kavuşmuştuk. Ödenemezse de bu nîmetin hakkını vermeye çalıştık. Bugün bâzılarının havsalası yabancı olsa bile izin nedir bilmedik.

 

İlkelerimiz, umdelerimiz vardı:

 

İnanmadığımızı yazmadık ve konuşmadık. Birinin yüzüne karşı söyleyemeyeceğimizi sütunumuza, yazılarımıza ve konuşmalarımıza mevzu etmedik. Ele aldığımız olayı, muhatabımızla sınırlı tuttuk, onu yakınlarıyla itham etmedik, şahsiyet yapmadık…

 

1976’da düzenli yazmaya başladık. İlk radyo konuşmamızı 1983’te TRT İstanbul Radyosu’nda yaptık. İlk TV konuşmamız 1993’te TGRT’de oldu. 2000 başlarında bugün sosyal medya denen mecrada da doğruları paylaşır olduk.

 

1976’dan bugüne dek kaç yıl geçti ise… işte o kadar süredir muhakkak ki bir ihsân-ı ilâhî olarak kalem ve kelâmımızla din ü devlet mülk ü millet, aşk-ı Habibullah ve nihâî gâye olarak îlâ-yı kelimetullah için düşündük, fikir ürettik, gönüllere ermeye çalıştık, fikirler bina etmeye uğraştık, yazdık, konuştuk.

 

Bu kutlu yolda devam ediyoruz.

 

Bu seyirde bize aile fertlerimiz kadar yakın ve layık olmadığımız denli muhabbetli okuyucularımız, dinleyicilerimiz, seyircilerimiz, duacılarımız ve takipçilerimiz oldu. Cümle yârenlere, sevgiyi sermaye etmiş o güzel dostlara müteşekkiriz. Onların hepsi, hepiniz velînîmetimizsiniz. Zira müşterisiz meta zâyidir. Okuyan ve dinleyen olmadıktan sonra insan duvarlarla, kör kuyularla, savurgan rüzgârlarla konuşamaz.

 

Şüphesiz ki şükürlerin şükrü yüce Allah’a ve Hâce-i Kâinat, ebedî rehberimiz Sevgili Peygamberimizedir, aleyhisselâm.

 

Cenab-ı Hak, izin vermezse ne îmâl i fikr etmek, ne yazmak ve ne de konuşmak mümkün olur.

 

Yazana değil yazdırana, konuşana değil, konuşturana bakmalı. Bütün bunlardan dolayıdır ki yazdıklarımızın ve konuştuklarımızın mâverada hesabı olduğunu unutmadan her güne Besmeleyle yeniden başladık.

 

Hazreti Yunus ne eydür?

 

“Her gün yeni doğarız, bizden kim usanası?”

 

Aşkta usanç, yılgınlık ve yorgunluk olmaz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Aydanur10 Kasım 2023 02:11

Maşaallah, ne hoş bir kalem maziniz var, istikametiniz daim olsun inşaallah. Fakat dediğiniz gibi Ankara, ‘Türkiye Yüzyılı’ndaki ilk büyük sınamayla karşı karşıyadır. Rabbim muzaffer eyleye Ankara’yı ve şu ana dek kaybeden ümmet-i Muhammedi. Kaleminize bereket..