(hikâye: 342) BANA BAŞBAKANINI SÖYLE Türkiye, idari bakımdan dramatik bir süreçten geçiyordu. Nüfusunun yüzde ellisi yirmi yaşın altında olmakla beraber, merdivenle bir üst kata çıkamayan bir başbakan ülkeyi milenyuma taşıyordu... Geçmişte, zeka düzeyi ile ilgili espriler, fıkralar üretilen başbakanlarımız da olmuştu; bu kez elden ayaktan düşmüş bir liderin zaafiyeti üstüne çeşitli tevatürler vardı. Örneğin, eşinin de ileri yaşta olması ve hizmetli istihdam etmemeleri sebebiyle ülkeyi yöneten kişinin, kirden parmak aralarının yara tuttuğunu bile yazanlar çıktı! Ayakkabılarını giymeyi unutarak çorapla dışarı çıktığını iddia edenler de... Yürürken sendelemesi ve düşmekten görevliler sayesinde kurtulması sıradan bir olay haline gelmişti. Ama, o devir artık geride kaldı ve bütün bu olaylar doğrusuyla, yanlışıyla tarihe havale edildi. Biz de konuyu, sportif bir anekdotla geçmişte bırakalım: Malum başbakan, makamında toplanan başarılı sporcuları ödüllendirmek üzere harekete geçmiş, güreşçiye vermesi gereken ödül zarfını bir korumanın eline sıkıştırmaya çalışmıştı. Oysa aynı hafta, kıtamızın iki ayrı yerinde iki ayrı ülkenin başbakanı, profesyonel futbol takımlarında forma giyiyor, oynadıkları futbolla taraftarlarını coşturuyordu! (Bu başbakanların her ikisi de otuz yedi yaşında ve her ikisinin de ülkesi 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi olacak; biz aday adayı olarak sıramızı bekliyoruz.)