KEŞKE'Lİ BİR ÖYKÜ - Keşke arabayı verseydim ona... nereden bilebilirdim ki?... H Gece büyük bir hastanede nöbet tutan muhabir, "acil"in önünde karşıladığı adamı dinliyordu. Genç adam, sigarasından derin derin nefesler çekip boşaltıyor, kafasını üzüntü ve pişmanlıkla sağa sola sallıyordu: - Keşke arabayı verseydim ona... nereden bilebilirdim ki? H Bir ramazan gecesiydi. Muhabir, polis telsizini dinlerken, iki kat üstünde oturan pazarlamacı komşusunun arabasının plakası anons edilince daha bir dikkat kesilmişti. Komşusunun aracı çalınmış, bir de kazaya karışmıştı. O da gecenin bir yarısı komşusuna telefon ederek yataktan kaldırmış, otomobilinin nerede olduğunu sormuştu. Komşu, telaşla pencereye koşmuş, telefona döndüğünde arabasının yerinde olmadığını söylemişti. Olay, başıyla sonuyla "film gibiydi." H Akşam iftardan sonra kapısını çalan ağabeyi, pazarlamacı kardeşinden arabasını istemişti. Sultanahmet'teki ramazan şenliklerine gidip dönecekti. Kardeş, "ipe un sermişti.": - Marş basmıyor. Çalıştırırken iterek vurdurmak lazım, oralarda kalırsın, diyerek... Ağabey metro ile Sultanahmet'e inmiş, gece yarısına doğru da geri dönmüştü. Tam mahalleye girdiğinde, çılgın bir sürücü, aşırı bir süratle mahalleden çıkarken talihsiz ağabeye çarpmıştı. Şimdi pazarlamacı kardeş, acil servisin önünde ağabeyinin, o hengamede kendisine çarpan aracın kardeşine ait olduğunu anlayıp anlamadığını bilmiyordu ama, "Keşke arabayı verseydim ona..." pişmanlığını bir ömür yaşayacağını iyi biliyordu...