(hikâye: 332) O, spor muhabirleri ordusuna biraz geç, biraz ilerlemiş yaşıyla katılmıştı. Ama mesleğe olan aşırı "iştahı" sebebiyle bu açığını kapatmış, kısa zamanda genç muhabirlerin örnek aldığı saygın bir gazeteci olmuştu. H Eşi Amerikalı'ydı. Ama o, 1994 yılında Amerika'daki Dünya Kupası'na yalnız gitmişti. Bir gece New York'tan İstanbul'daki eşini aradı: - Hayatım, burada saat gecenin on biri ve ben senin memleketini keşfetmekle meşgulüm. Dışarıda müthiş bir yağmur yağıyor. - Şu an neredesin peki? - Brooklyn'den Long Island'a gidiyorum. Bir benzincinin kulübesinden arıyorum. Araba kiraladım. Yarın o tarafta bir maça gideceğim de... - Bak tatlım. Seni tanıyorum, sür'atli araba kullanırsın ve kemer takmazsın. - Doğru... - Senden bir ricam var, bana söz vermeni istiyorum. - Hayırdır? - Hiç olmazsa bu gece için, yolculuğunun kalan kısmında emniyet kemerini takmanı istiyorum. - Yahu karı, başka işin yok mu şimdi senin, çocuklar ne yapıyor, memleket ne duruma anlatsana biraz... - Lütfen, bana söz ver. - Ne sözü? - Kemer takacağının sözünü... - Haydaa, kafayı yedi kadın... Tamam, söz, takarım. - Unutma söz verdin. H Tecrübeli muhabir, "İnanmazsın abi, o gece Manhattan-Brooklyn-Long Island arasında hayatımda ilk kez eşimin aşırı ısrarıyla emniyet kemeri taktım" diye anlattı bana... "Brooklyn'i elli kilometre filan çıkmıştım ki, süratle girdiğim virajda arabayı toparlayamadım ve hayatımın ilk ve feci kazasını yaptım. Kiralık araç üç takla attı ve yolun on beş, yirmi metre dışında kibrit gibi yana dikilmiş olarak durdu. O kâbus gecesinden sağlam çıkmış olmamı kemer sağladı diyebilirim. O zamanki Amerikalı eşimin ısrarı belki hayatta kalmadı sağladı ama sonraki yıllarda onunla yollarımızı ayırdık."