Plaza Dili, Jön Türkler ve Hemingway

Sesli Dinle
A -
A +
A- Yarın sales figürleriyle ilgili mutlaka bir brief almam lazım senden.
 
B- O zaman bir toplantı set edelim diyeceğim ama benim yarın off günüm ya!
 
A- O zaman haftaya bırakalım. Deadline ne zaman?
 
B- Pazartesi. İşin kötüsü haftaya overload’um ben. Biraz push edeceğiz artık...
 
Bu tür cümlelerin kullanım oranı arttığı için, konuyu günlük muhabbetlere sıkça meze yapıyoruz. Bazen dalga geçiyoruz, bazen acımasız eleştirilerle böyle konuşan insanları yerden yere vuruyoruz.
 
Bir keresinde bir arkadaş ortamında yine bu konuyu açıp hep birlikte eleştirmeye başladık. Ben de bir ara, “Ne hâle geldik be! Eskiden böyle miydi hâlbuki?” gibi bir cümle kurdum.
 
Bir arkadaş, “Eskiden de böyleydik aslında” dedi. “Nasıl yani?” dedim. Arkadaş da Jön Türklerin 1800’lü yılların sonunda dili şimdikinden daha vahim bir şekilde kullandığını söyledi. Biraz daha tartıştıktan sonra dağıldık. Eve gelince kitaplığımda duran Araba Sevdası’nı aldım elime.
 
Recaizade Mahmut Ekrem’in bu ünlü kitabında, Batı taklitçisi, mirasyedi paşazadelerin hayatı eleştirel bir üslupla anlatılıyor. Fransızca sevdalısı Jön Türklerin içler acısı durumu tasvir ediliyor. Kitabı okurken gerçekten de bugünkünden daha vahim bir dil katliamının o zamanlar yaşanmış olduğunu net bir şekilde gördüm. Aşağıdaki paragraf bunlardan sadece bir tanesi;
Ne bayağı kadın! Yazık ekipaja! O da bir şey değil a! Zati modası geçmiş! Hayvanlar dersen kaç paralık şeyler? Öyle ordiner insanları kendileri gibi insanlara meyleder. Se natürel, lakin domaj vuala ün bote mal plase!
Kitap 1896 yılında yayınlanmış ama hayatımızda pek bir şey değişmemiş gerçekten. O zamanlar Fransızca kelimelerin işgali altında olan cümlelerimiz, şimdi İngilizce kelimelerin işgali altında. Yani sadece işgalci kuvvetlerin milliyeti değişmiş.
 
Bu durumu iyi anladım ama işin acı tarafı, kitapta hiç Fransızca kelime olmayan cümleleri de anlayamıyordum. Çünkü dil genellikle aşağıdaki gibiydi;
 
Bihruz Bey’in böyle sözler söylemeye kalkışması arabadan evvelki iltifata mazhar olamadığı için bir teselli-i mahrumane kabilinden olarak yoksa hakikati halde o zamana kadar bir kerecik olsun tadını tatmadığı bir meraret-i hasetle birdenbire telh-mezak olmuş ve bu hasedin netayic-i tabiiyesinden olmak üzere bir tehevvür-i nagihaniye tutulmuş, gözleri kararmış, efkârı bulanmış idi.
 
Garip bir hisle sayfalara baktım. Kelimeler biraz sinirli gibi geldi gözüme. Latin alfabesine sığışmaya çalışan Osmanlıca kelimeler gözlerini kaçırdılar benden. Biraz canım sıkıldı ama dedemin küstüğü dilin benimle konuşmaması normal diye düşündüm. Ama anormal olan bir şey vardı. İçinde bolca Fransızca kelime bulunan cümleleri, Osmanlıca kelimelerle dolu cümlelere kıyasla daha iyi anlıyordum.
 
Ordiner, natürel gibi kelimelere aşinalığım vardı ama telh-mezak veya tehevvür-i nagihaniye gibi kelimeleri bırakın anlamayı, okuyamıyordum bile.
Moralim bozuk bir şekilde kitabı yerine koyarken, kitaplıkta üniversite yıllarında aldığım, Ernest Hemingway’in “Silahlara Veda” kitabını gördüm. Orijinal dilindeki kitabın ön sözüne göz gezdirip sadeleştirilmemiş olduğundan emin olduktan sonra sayfalara göz attım. Kitapta kullanılan dille, bugün kullanılan dil arasında hiç fark yok gibiydi. Rahatça okuyabildiğimi fark ettim.
 
Araba Sevdası ve Silahlara Veda hemen hemen aynı tarihlerde yazılmış. Ama iki kitabı yan yana koyup okuyunca, ana dilim bana İngilizceden daha yabancı geldi!..
 
Ben şimdi Plaza Dili denilen Türk-İngiliz kırması kırık dile mi sinirleneyim?
Bundan ta 127 yıl önce cümlelerimizi işgal eden yabancı kelimelerin derdine mi yanayım?
Bundan daha 127 yıl önce dedelerimin konuştuğu ve yazdığı dili anlayamadığıma mı?
Yoksa aynı yıllarda yazılmış İngilizce kitabı hiç takılmadan okuyabildiğime mi?
Neyse, bu konuyu fazla push ettik. En iyisi ben yazıyı bitireyim!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.