Bir tanıdığımın Tesla aracı var. Geçenlerde birlikte bir yere gittik. İlk defa Tesla’ya bindiğim için yol boyunca aracı inceledim. “Ne yakıyor bu?” sorusu hariç her şeyi sordum herhâlde.
Bir ara, “Otonom sürüş özelliği şu an aktif mi?” diye sordum. “Evet, aktif ama Türkiye’de henüz tam anlamıyla kullanılmıyor” dedi arkadaş. Ardından şunu ekledi: “Otopilot açık olsa bile aracın gitmesi için ellerini direksiyona koyman gerekiyor.”
Bazı Türk kullanıcıları bu kuralı da esnetmeyi başarmışlar. Koltuğu yatırıp arkaya uzananlar ve ayaklarını direksiyona koyanlar oluyormuş!
Ben çok soru sorunca, “İstersen bir deneme yapalım” dedi. Birkaç ayar yapıp otopilotu etkinleştirdi ve araç kendi kendine ilerlemeye başladı.
Kırmızı ışığa gelince durduk. Beklerken heyecanla “Şimdi yeşil yanınca araç kendi kendine mi hareket edecek?” diye sordum.
“Evet” dedi arkadaş gülümseyerek.
Ben “Vay be!” falan diye şaşırırken ışık yeşile döndü ve araç usulca hareket etti. Ama çok usulca... Tesla “Gitsem mi gitmesem mi?” kıvamında santim santim ilerlerken, arkamızda ulusal korna senfoni orkestrasının coşkulu konseri başladı. Acayip gerildim.
Kavşakta yeşil ışık 10 saniye falan yandığı için biz daha bir metre bile gidemeden tekrar kırmızı yandı ve durduk. Aynadan arkadaki aracın sürücüsüne baktım. Dudak hareketlerinden pek hayırlı şeyler söylemediği belliydi. Elon Musk’ın aile büyüklerinin bile kulakları çınlamış olabilir!
“Niye bu kadar yavaş gittik?” diye sordum.
“Sağda bir motosiklet vardı” dedi arkadaş. “Sistem onu algılayınca ekstra temkinli davranıyor.”
“Abi, otosundan pilotundan vazgeçtim! Sen manuele al şunu!” dedim. “Bu millete yıllardır temkin vaktini anlatamadık. Trafikte hiç anlatamayız.”
Gerçekten kime ne anlatacaksın? Yok efendim yanda motosiklet varmış da temkinli olmamız gerekiyormuş da…
Neyse, arkadaş aracı manuele aldı ve yeşil yanınca ilk kornayı yiyip fırladık. Böylece henüz ülke olarak otonom sürüşe hazır olmadığımızı da anladık.
Aslında hata bizde. Yeşil ışığın yanmasıyla ilk korna sesi arasındaki sürenin milisaniyelerle ölçüldüğü bir ülkede otonom sürüşe kalkarsan olacağı bu!
Bu arada Grok küfrediyor diye millet olarak sinirlenmiştik ama asıl tehlike bence yapay zekânın Türkiye’de trafiğe çıkması. Adı üstünde, öğrenen makine… Üçüncü kavşakta ağzını bozmazsa ben de bir şey bilmiyorum!..
Kültürel gecikme kavramı ilk kez 1950’li yıllarda William F. Ogborn tarafından kullanılmış. Bu gecikme, maddi kültürdeki değişme hızı, manevi kültürdeki değişme hızını geçtiğinde yaşanıyor.
Yani mana maddeye yetişemiyor ve yaşanan nefes nefese kovalamacada boşluklar oluşuyor. Bu boşluklar kültürel refleksleri geciktirdiği için de sinir bozucu durumlar yaşanıyor.
Anlattığım hikâye de bu anlamda güzel bir örnek. Teknoloji son hız koştururken ve kültür iri cüssesiyle arkadan yetişmeye çalışırken, oluşan boşlukta korna sesleri ve küfürler yankılanıyor.
Hele insan çok hızlı para kazanırsa, maddiyat kültüre resmen tur bindiriyor. Yani para kazanma hızıyla, varlıklı bir hayatın gerektirdiği görgü ve kültürü kazanma arasındaki hız farkı arttıkça, mesafe de artıyor. Bazı durumlarda fark öyle bir açılıyor ki parayla kültürün buluşması birkaç nesil sürüyor. “Sonradan görme” tabiri de ilhamını bu gecikmiş buluşmadan alıyor muhtemelen.
İnsanın sosyal medyada tanımadığı kişilere hakaret etmesi veya çocuğunu en pahalı özel okula gönderen velinin, başarı ve mutluluğu satın aldığını zannetmesi de kültürel gecikmenin örnekleri.
Yani kültürel gecikme öyle berbat bir şey ki insan yeşil yandığı anda fırlasa bile aslında hiçbir şeye yetişemiyor. Ve hızın kutsandığı bu çağda kendisiyle bile buluşmayı beceremeyen insan, hayattaki bütün randevularına geç kalıyor.
Salih Uyan'ın önceki yazıları...