Amerika’da bir şirketin insan kaynakları müdürü bir yazı paylaşmış. Yazıda şöyle diyor;
Performans görüşmeleri yaparken üç tip insanla karşılaşıyorum;
Sadece işinden bahsedenler ve bunlar genelde başarılı oluyor.
Hep başkalarından bahsedenler ve bunlar genelde düşük performansa sahipler.
Kendilerinden büyük bir övgüyle bahsedenler ve bunlar da genelde en başarısız olan grup.
Bu tespitler her zaman geçerli değildir belki ama yine de üzerinde düşünmek lazım. Çünkü insanın kendisini olduğundan daha iyi gösterme çabası, olmak istediği kişi olamadığının bir göstergesidir. Hep başkalarıyla uğraşma eğilimi de bilinçaltında yaşanan değersizlik hissini teselli etme girişimidir.
O yüzden insan reklama ayıracağı zaman ve enerji bütçesini kendisini geliştirmek için harcamalı. “Ben kendimi pazarlamayı beceremiyorum” gibi cümleleri de asla kurmamalı! Çünkü bence 21. yüzyılın en değerli becerisi, kendini pazarlamamayı becerememektir. Zaten fark edilmek için pazarlama stratejisine ihtiyaç duyanlar da ortaya bir fark koyamayanlardır.
O yüzden kendinizi pazarlayamıyorsanız, oturup hâlinize şükredin. İnsan kendini pazarlar mı ya?
İnsanda tevazu gelişimi üç döneme ayrılıyor;
Kendisini gerçekten çok değerli ve önemli hissedip, bunu da herkese söylediği dönem.
Kendisini çok beğenmeye devam ettiği hâlde tersi yönde cümleler kurarak karşı taraftan “Estağfirullah” beklenen dönem.
Ne kadar aciz olduğunu fark edip kendinden bahsetmeyi bırakma ve sessizleşme dönemi.
Akademik gelişim de kendi içinde üç döneme ayrılıyor;
Yeni tanıştığı kavramlarla anlaşılması zor ve havada gezinen cümleler kurarak dikkat çekmeye çalışılan dönem.
Kavramlarla samimiyetin artması sonucu ayakları yere basan cümlelerle kafa karıştırmaya devam edilen dönem.
En derin meselelerin bile gündelik dille net bir şekilde ifade edilebildiği dönem.
Geçtiğimiz iki hafta hep üç harflilerle uğraştık. LGS, TYT, AYT derken çoktan seçmeli bir gündemde savrulduk hep birlikte. Sınavlarla ilgili yapılan analizleri okurken aklıma önceden okuduğum kitaplardan iki bölüm geldi.
Birincisi Oğuz Atay’ın “Eylembilim” kitabından… Şöyle yazmış Atay;
"Neden üniversitede okuyorum?" diye sormuştu. Hemen," Kapitalist topluma, yetenekli olduğumuzu göstermek için" diye karşılık verdim.
İkincisi de Oscar Wilde’ın “Dorian Gray’in Portresi” kitabından;
Modern çağın ideali iyi eğitimli insandır. İyi eğitim görmüş insanın zihniyse korkunçtur; her şeyin ederinin üzerinde satıldığı canavarlarla dolu, tozlu bir çıfıt çarşısı gibidir.
Bu iki alıntı bize şunu söylüyor: Eğitim bir araçtır ve hayata dair iyi bir amaç yoksa hiçbir işe yaramaz.
Eğer iyi eğitim almış bir insan;
- Evde damlatan musluğu bir conta alıp tamir edemiyor ama küresel ısınma hakkında saatlerce konuşabiliyorsa,
- Mahallesindeki kedilere bir kap su vermemişken, nesli tükenmekte olan imparator pengueni evlat ediniyorsa,
- Kapıcıya selam vermeye tenezzül etmiyor ama ırkçılık karşıtı tez yazıyorsa,
- Çalıştığı şirketin iletişim stratejilerini iyileştirmek için yüz elli slaytlık sunum hazırlıyor ama bayramda akrabalarını aramaya tenezzül etmiyorsa,
- Çatışma yönetimi konusunda şirketlere eğitim veriyor ama eşiyle dostuyla ha bire kavga ediyorsa,
O eğitim bir işe yaramamış demektir. Çünkü eğitim, bir cümlenin noktalama işaretleri gibidir. Cümle yanlışsa, noktanın da virgülün de bir anlamı kalmaz.
Biz güzel şeyler söyleyelim de varsın ayrı yazılması gereken -de- bitişik yazılsın. Netice pek değişmez.
Üç tip çalışan, memur, işçi, köylü... Kapitalist toplumlarda proleterya ve küçük burjuva sınıflarından burjuvazi sınıfına geçen eğitimli insanlar olduğu gibi burjuvazi sınıfındaki bazı eğitimli insanların sınıf farkını ortadan kaldırmak için çalıştıkları da olmuştur.