"Bu çocukta bir nur görüyorum"

A -
A +

Bir yiğit adamdır İsmail Mahnoli Abi. Delikanlıdır, merttir. Sözüne güvenilir. Söz verdi mi sözünde durur... Hani doğruyu söylemek gerekirse pek de nasiplidir. Hemen her sene hacca gider. Her seferinde de sanki ilk defa hacca gidiyormuş gibi heyecanlanır. Aynı heyecanı hep duyar. Onu görenler zanneder ki galiba ilk defa hacca gidecek. Yani bu kadar yanar tutuşur Kâbe için... O mukaddes mekânların havasını solur... Yalınayak, başıkabak deli divane dolanır durur Eshabı kiram efendilerimizin ayak bastığı yerlerde. Hem hangi mübarek nerede yatar, kimin kabri nerededir iyi bilir. Elinde muazzam haritalar, krokiler vardır. Şunu samimiyetle söyleyebiliriz ki oradaki yetkililerin belki de çoğundan iyi bilir mübarek sahabelerin yerlerini. İsmail Abiler o sene de hacca gitmişler. Bu hatıra da orada vuku bulmuş... Beş altı kişilik bir grup halindeler... Kafilenin vakit namazlarını kılıp tesbihata geçtikleri bir an... Kalpler olanca duygusuyla aşk yüklü... Allah aşkı, Resulullah aşkı... Büyüklerin aşkı... Bu gönül erlerinin kendinden geçmiş halde yaptıkları tesbihatı izleyen bir çift göz var.. Bir siyahî mümin... Gözünü bunlardan ayıramıyor... Bir güneşin etrafında dönen gezegen misali bunların etrafında dolanmaya başlıyor... Bir bahane bulup da konuşmak arzusunda olduğu belli. Ne var ki kafilenin tesbihatını bölmek, huşu ve huduya saygısızlık olur. Bekliyor engin bir sabırla... Kim ola ki bu uzun boylu, iri yarı gözleri çakmak çakmak olan hacı? Bangladeşli bir Müslüman... İş adamı... Hayli zengin... Bir o kadar da ünlü biri... Maiyetinde beş on kişilik koruma ve hizmetkâr bulunuyor. Bangladeşli bu hacı, tesbihat sonunda mütebessim bir çehreyle yaklaşıyor. Selam veriyor ve birer kelimelik cümlelerle mükaleme, yani konuşma başlıyor: -Türk? -Türk. -Osmanlı? - Osmanlı... -Allahü ekber Bir yakınını bulmuş gibi bir sevinç içinde muhabbet ile hepsine tek tek sarılıyor. Öyle candan, öyle samimi öyle kavi sıkıyor ki, neredeyse kemikleri birbirine geçecek. Kafiledeki bir gençten ise gözlerini alamıyor: -Ben bu çocukta bir nur görüyorum. -Evet, o Seyyiddir... Bu söz üzerine, iş adamı önünde diz çöküyor. Çocuğun ellerine sarılıyor. Hürmet içerisinde o elleri nasıl öpüyor... Nasıl kokluyor... Nasıl sarılıyor anlatması imkânsız... İngilizce ortak diliyle diyor ki: -Ne olur otelime teşrif edin. Sizi ağırlamam gerekir... Buradaki tüm masraflarınızı da karşılayayım. Ne olur... Bu şerefi bana bağışlayın. Adamlarına talimat veriyor. Birbirinden kıymetli hediyeler getirtiyor: "Ne olur bunları alın!" diye yalvarıyor. Uçak biletlerinizi alayım diye ricada bulunuyor. Seyyid gencin bulunduğu bu Osmanlı-Türk kafilesi deli divane oluyor... Peki ya İsmail Mahnoli? O, mükemmel bir irade sahibi... İlgi ve hürmete teşekkür ediyor. Ne var ki Osmanlı asaletini de gösteriyor. Bu samimi tekliflere nazikçe "teşekkür ederiz, sağ olun" diyor. Bunun üzerine o iş adamı, hasret ve ayrılığın hüznüyle diyor ki: -Bari bu gencin telefon numarasını alayım. Sadece onunla konuşabilmek, onun o mübarek sesini duyabilmek için... Bu arada kafilede bulunan gazeteci ve ünlü spor yazarı Hasan Sarıçiçek diyor ki: "Özür dilerim efendim, o İngilizce bilmez ki... Nasıl anlaşacaksınız?" Bangladeşli iş adamı şöyle cevap veriyor: -Efendim ben bir Seyyid ile konuşabilmek için Türkçe öğreneceğim! Tasa etmeyin... Ahmet Sırrı Arvas-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.