“Yalnızlık Allah’a mahsustur sözünü belki bu duygulardan sonra daha iyi anlayacaktı...”
Kafasındaki tarihle, takvim yaprağındaki tarih uyuşmuyordu. Birkaç gündür geçmişte takılı kalmış, yaşadığı sahneleri tekrar başa alıp farklı senaryolarla ilerliyordu. Hangisinin onun için en iyisi olacağına karar veremiyordu. Hakikaten zordu bu, ihtimaller dünyasında koskoca “keşke” yığınının oluşturduğu pişmanlıklar. İşin içinden çıkamıyordu bir türlü. Hatalarını veya elinden çaresizce kayıp gidenleri düzeltme gayretindeydi. Somut gerçekçilikten çıkmış, zihninde hatıralardan oluşan muhayyel bir köprüde ilerliyordu.
Sonunu bulmak yerine anı yaşamaya, orada kaybolmaya istekliydi sanki. Bilerek yapmıyordu, sadece beyninin girift labirentinden çıkmaya çalışıyordu. O labirente yukarıdan bakamadığı sürece doğru yolu bulması epey güçtü. Bu yorucu ama zevkli oyundan ayrılmak da istemiyordu bir yandan. Çünkü hayal dünyasında her şey elinin altındaydı âdeta. Devam eden hislerinin arasında boğuluyordu elbette. Hazların en âlâsını yaşarken bu tuhaf hoşluğun içinde, karmaşanın sebebini bulmaya razı değildi.
Kaybolduğu deryaya bilinmeden açılmak istiyordu. Kimselerin olmadığı, nefretin henüz doğmadığı, neşenin göklere sığmadığı… Anlatmak, açıklamak zorunda hissettiği onlarca hadiseyi kimsesizliğin içinde rahatlıkla haykırabilirdi kendine. Daldığı meselelerden çıkmadan aksiyon dolu hayatından biraz kopup huzurun keyfini çıkarmaya çalışıyordu.
Gerçek dünyanın acımasız ve bir o kadar da adaletsiz yüzünü örtmüştü. Çirkin olan her ifadeyi atmıştı zihninden. En zirvedeyken bir ses duydu gaipten:
“Sanığın ömür boyu hapsine karar verilmiştir.”
Kenetlendiği benzersiz deryadan kopuverdi hızla. Gözünü açtı telaşla. Bakındı iyice etrafına. Hâlbuki gördüğü lamba ışığından, sehpasındaki bir bardak sudan, küllüğünden usulca havaya dağılan dumandan, camdan baktığı kızıl aydan başka bir şey değildi. Alnındaki yazıdan, ayazın karanlığından, yalnızlığından, yaprakları dökülmüş, dalları kırılmış ağaçtan fark etti. Bu cihan bir zindandı o ise ömrü boyunca hapis cezası yiyen bir mahkûm… Yalnızlığın verdiği ruh hâlini düşündükçe zihnen bunalıma, karanlığa doğru gittiğini fark edemiyordu... Bir adım sonrası depresyon dedikleri ruh hâli olabilir miydi? Oysa insan yalnız da olsa kendisiyle barışık olabilmeliydi...
Mehmed Tuncer
Ünal Bolat'ın önceki yazıları...